Pazartesi, Aralık 25, 2006

5 ay sonra ilk kez

Aylar geçmiş üzerinden son kez gözümden damlaları serbest bırakışımın. Peki bugün neden onları özgürlüğüne kavuşturayı seçtim dersin? Sorma sorma, anlatacak halim kalmadı zira.

Dergi tıkırında işliyor ey görünmez hedef kitlesi. Dersler fena ama hayat güzel.

Benim asıl diyeceğim, "4 yıldır bık bık yazıyorsun şu alemde, datama base ime koydun geçtin, bekle kurban seninle uğraşmayayım bir de şimdi" demesi bu yenilenmiş, zıpırlanmış blogger ın. Her yıl yeni blog açmak gibi bir tavra yanaşmadım hiç, adam gibi 3 yıl aynı adreste kaldıktan sonra tam yüzümü, içimi değiştirmişken yine taşındırtmayın beni.

"Zaten ayda yılda bir kusuyorsun -evet yazmak denmiyor son zamanlarda yaptığıma pek-, bir de böyle kaprisimsi hallere geçmeyelim şimdi lütfen" dediğini duyar gibiyim. Ah boşversene, ben ne dediğimi bilmez, ne yaptığımı anlamaz hallerdeyim. Sadece "o kadının" sokaktan geçen köpeğe bile öyle bağırmayacağına eminim. Bana koyan bunu perşembe günü yüzüne söylememeyi başarıp başaramayacağımın kaygısı.

Akıl ve fikir talep ediyorum yüksek mercilerden. Ellerinde birazcık kaldıysa, yüksek faiz oranlı bir kredi vermelerini umuyorum. İki haftacık daha. İki hafta.

Pazar, Aralık 10, 2006

yusuf yayan

oh be! böyle bir rahatlık, bir kafa dağıtma mis gibin geldi. ama işler yarım yamalak be yavrucum. harbi stres yaratıyor bu benim yaşam biçimim. ne son dakika insanı bir kişiyim. her ortamdan erken kaç "ay ay ay iş güç vallahi gideyim" de, sonra boşşşş boşşşş otur. benim kadar yusuf yayan var mı be :)

yok başlamak lazım artık!

Pazar, Aralık 03, 2006

Aradan bir ay geçmiş meğer. Yazmayalı. Yazdım arada da başka sebeplerle, başka yerlere. Ama kendime çıtım çıkmıyor.
tatil - TATİL

Ben bundan istiyorum bir tane. Bunaldım ama bu sanırım biraz varoluşsal bir bunalım. Bugün müzik dinleyip gazete okudum inanır mısın? Bir buçuk saatlik bir yatak keyfi. Yanında cheetos yedim bir de hani yeşilinden, kamp günlerine ithafen. Ruhum biraz olsun dinlendi çok şükür. Şimdi de çizim çalışıyorum güya. Zilyon tane şey yapmışlar 8 derste. Nasıl toparlayacağımı düşünüyorum, evirip çeviriyorum kafamda.

Bunları bırakalım şimdi.

Doktor randevuları alma, euro hesabı açtırma, proje başvuru eksiklerini tamamlama, eğitim semineri içeriğini hazırlama, tanıtımını yapma, Ulusal Ajans a ufak bir ziyaret, doktor randevularına gitme, dergi için fikir, dergi için yazı, arada bir sınav, bir rapor, bir ödev, bir quiz, bir saç boyama -ay aman işalla-, çamaşır da yıkasaydım, yatağın da çarşafları değişse, reiki yapılacak her gün, anneanneye, anneye, göze. Bir de Ayça ya gidilecek fırsat bulunursa. Ara bakalım buralardaysa bir gitmek lazım. Piyano çalış, bir de yüzmeye git artık bir ara. Bir de cumartesi Eskişehir e kaçıp bir eski yüz göreyim, kısa da tatil olur bana ne dersin ler dönüyor kafamda.

Bu kadar evet, işte kafamın içindeki kuru gürültü bu. Ajandanın köşelerine eklenmiş otuz tane ara başlık da geliyor aklıma. Engin Kılıç la stajı konuş, makina yazın yapılmayan stajı kabul etmiyormuş, bir döv, bölümden dönemarası stajına onay al, belgeleri hazırla, yolla, aldığın kontaklarla iletişime geç, yeni kontaklar ara, kim ne biliyor öğren.

Evet bu furyayı da atlattık. Geriye zihnimin gerisindeki karanlık yankılar kaldı. Boş duvarlara çarpıp gürültüyle her tarafı dolduran, kuru ve yorucu kalabalık. Kafamda devamlı bunları evirip çevirirken bir şey yapamam, yazamam normal sanırım. Saat yine 5e geliyor baksana. Gündüz uyuyunca gece ayakta oluyorum işte. Başka yolunu bulamıyorum. Yine 3 saattir bu ekrana bakıyorum. Gözlerim kendilerinden geçiyor, hislerini tarif edemiyorum. Kafamdaki listeler dursa daha mı üretken olurum acaba? En azından daha verimli belki?

En azından yazdım bu gece. Dünün binlerce pişmanlık ve yüzlerce acısıyla dolu zorlu çs anlarından sonra sabah 6da yatıp yine sabah 10da kalkıp hazırlanırken o korkulu sınava, gözümün önünden bir sezen geçti ki, hiç hoşlaşmadım onunla. Zaman dursun istedim, dursun bu çılgınlık. Devamlı bir isyan, devamlı bir kaçış. Kendini reddederek kendin olamazsın!

Yazardım ben bir zamanlar değil mi? Okunurdu o yazılanlar, beğenilirdi az çok? Zorlaştı hayat, zorlaştı ben olmak. Belki başına buyrukluk böyle saçmalaştırdı beni diyeceğim ama 2005 de pek farklı geçmemişti değil mi? Yazın da bundan daha az yorgun değildim?

Kısmetse 10 Aralık'ta en geç alıyorum kristallerimi. Ve hızla adam oluyorum. Başka türlü olmayacak çünkü. Kulaklığı çöpe atmakla olmayacak. -ah be gitti güzelim kulaklık, yenisine para da yok :( -

iyi sabah-geceler

Pazartesi, Ekim 23, 2006

kocaman mutlu sıfır

ben kocaman mutlu bir sıfırım. göbekli bir de. sekerek zıplayarak yürüyorum yollarda. tam bir çizgi film kahramanı. düşüyorum kalkıyorum ve paso sırıtıyorum.

kızıl kıvırcık a sevgilerimle -burnum akıyor deli gibi, nasıl kucaklayacağım ben o küçük tatlı şeyi?-

Cuma, Ekim 13, 2006

işimiz gücümüz var

pişmanlıklar ne çokmuş meğer. bu şehre gelirken bırakmışım hepsini geride, üstlerine kara kara örtüler örtmüşüm, kaybolmuşlar hayat taşırken ben.

ne kadar tek yönlü gördüm hayatı. herkes gibi, herkes kadar. ne fırsatlar kaçtı kim bilir, nelere kanalize olabilecekken ne aptal dertlerle harcadım enerjimi. annem hep dedi "önceliklerini belirle". ben de hep listeler yaptım, hep kendimle konuştum durdum. yazılar yazdım yüzleşmek için, kendimi anlattım sözcüklerle. ama beceremedim, dinleyemedim sözünü anne.

ilişkiler. sadece kendinden sorumlu olmak ne büyük özgürlük. kimsesiz, sessiz, yalnız olmak. sadece tanrı ve ben olsaydım hayatta, hep gülerdik beraber. hep şükrederdik sanki. tamam kapıda miyavlayan kedi, biliyorum, sen de, onlar da olmalı ki adına hayat diyelim bu oyunun. deneyim. sınav. her ne haltsa.

özür dilerim bilerek bilmeyerek kırdığım herkesten. içimdeki zayıflıklarla savaşırken sizin kafanıza fırlattıklarım için. komik ama ödeştik de aslında. sivriliklerimi giderek daha çok yontuyorum ve gelen parçalar daha az deliyor göğsümü. büyüyorum ben. yerimde saymıyorum umarım. biliyorum hala yavaşım. biliyorum hala eksiğim. ama oluyorum be. di mi?

söylenecek sözler adreslerine varamaz artık. "artık burada oturmuyor" lar çıkar karşıma. zaman gerçekten de aktı, her ne kadar ben sanki elimi uzattığımda değecekmişim sansam da size. aslında köprülerin altından çok sular aktı. ve ben hala eksik, hala arayan olarak varım burada. her sabah kalktığımda, her 3lü amfiden sinemadan çıktığımda, her günün ilk dersine adımımı atarken, her sınav dönemi çs de küfrederken şükretsem de tanrıya beni burada, sağlıklı ve mutlu kıldığı için, aslında içimde yine büyüyor pişmanlıklar. gerçi artık insanlarla değil kendimle sorunlarım. objektif bakabiliyorum ilişkilerime, çocukluk gözde büyütmelerini içermedikleri için.

"zehir gibi bir beyin" ha. hepsi kaçtı hepsi. tüm kişisel gelişim fırsatlarımı elimin tersiyle itiyorum ben. herkes bende potansiyel görüyor. ama sonrasında bir icraat yok. lise son hadi bir derece, ama burada geçmişsiz/kayıtsız halimle o potansiyeli bile gösteremiyorum artık. bir senedir yanımda olanlar biliyor da, ilk bakışta görülen parıltımı yitiriyorum giderek. hala gevezeliğimle şaşırtmayı başarıyorum. ama artık "bildik sezen" sandıklarım bırakıyor beni teker teker. kimler gidiyor, kimler kalıyor hiçbir fikrim yok. değişiyorum ama nasıl?

dağınık kelime dizileri. aklım hep 35 yerde birden olduğu için bu beceriksizlik. bir durup kendime gelsem artık. en son ne zaman kendimdeydim? hangi yüzyılda, hangi hayatımda? çünkü bu hayat hep bir gölge oyunu gibiydi. bana verilen her rolü oynadım. ezen oldum, ezilen oldum, hiçe sayan oldum, adam yerine koymayan oldum, haksızın yanındaydım, haksızken tek başımaydım. başaran oldum, başarısız oldum, sorana anlatan, sorup cevap alamayan, sırtlanıp taşınan, ite kaka yürüten oldum. herkesin sevdiği, kimsenin geçinemediği, nefretle beslenen, sevgi saçan oldum. "buyur bu taraftan" dedim, "bir siktir git defol" dedim. bir sürü bir şeyler dedim. ama hangilerini ben dedim? ne zaman bana denileni dedim?

uzun zamandır gece "yarın ... bir güne başlıyorum" dememiştim. bugün deneyeceğim umarım.

daha esnek günlere. -halbuki çok mutluydum bugün, nereden de çöktü bu hüzün?

Pazar, Ekim 08, 2006

süpperr

Nereden başlamak lazım bilemeden giriyorum konuya.
Kendime şaşıyorum öncelikle, iyi mi kötü mü bilemediğim düzenli, planlı, programlı halime.
Nasıl bir keskin uçlu, sabit fikirli duygu dünyasıdır bu?

Hayata amuda kalkıp bakmaktı sanki dün-bugün yaptığım. Kapıdan çıkarken duyulan o derin üşengeçliğin her seferinde böyle güzel sonlanması ne mutlu. Belki zihinde paso kaçış ihtimalleri sıralamamakta yatıyor işin sırrı.

Mutluyum olm, darısı başına.

Cuma, Ekim 06, 2006

Kolaycacık halloldu işler, içimde bir rahatlık, bir huzur. İlk sene bitti, azıcık kaldı dedim. Sonra yol da gördüğüm herkesle tanışmak istedim. Çok komik, sanki hepsini zaten tanıyormuşum gibi ya da ne bileyim, kenarda oturan çocuğa rahatlıkla "e hangi kitabı okuyorsun bakayım?" diyebilecekmişim gibi. Yani yine geldi, oturdu yanıma Polyanna. İnsanlığa inancım yitmişti bir ara. Dedikodu, arkadan dönen dolaplar yaralıyordu. Şimdiyse uçtu gitti hepsi. Hem ben rusça piyano notalarına sahip bir insanım. Masaya çizdiğim piyanoda nota çalışacağım. Süperim süper.
Hepimiz adam olalım. Kaçırdığımız fırsatlara değil, sahip olduklarımızla, yarının getireceği süperötesi şeylere odaklanalım e mi?

Yakında ÇS günleri başlayacak hedef kitlem. Ve ben artık kusmuk notu mu yazarım, beynimdeki kısa devrenin etkisiyle direk alev mi alırım, bilemiyorum. Ama yazmak istiyorum artık. Birkaç "istiyorum" la beraber tipik sezen ukteleri listemize ekleyelim bu maddeyi. 100 bininci kez.

Hayat güzel ama yeterince dolu değil dedi içimdeki ses hep bugün. Acayip bir herkesi kucaklama, içime içime sokma, cicii diye okşama hali. Okulda yürümekten aşındırdım lan yolları. Oha. Bir danışmanlarımın ikisi de çok cici lan. -Evet iki danışmanım var!-

Tamam bitti dağılın.

Çarşamba, Ekim 04, 2006

en son

"En son ne zaman, nerede? Lütfen bana bir daha, sonra bir daha söyle."

Bugün saat 17 sularından itibaren ağlamaklıyım ben. Evet, itiraf ediyorum, bu kadar kolay pes edeceğimi sanmazdım, böyle mızmızlık edeceğimi, gardımı düşüreceğimi. Ama oluverdi. Ve o kadar aniydi ki, birden çöktü dünya. Hepimiz dizlerimiz üzerinde emeklemeye başladık. "İşte bu yer!"

Hala nerede olduğumdan bir haberim. Yine pek kahveliyim. Naji de kusuruma bakmasın, lab konularına da bakacak gibi değilim.

Hayat arabası bir çukura girdi. Sarsıntı sırasında anlaşılmıyor, tamponu vurduk mu, kolu incittik mi. Bir düzlüğe çıkayım, check-up yapacağım kendime.

Hayır hayır, gerçekçi ol. Hayat arabasının gündelik rutini olacak bu artık, belli belli. Uyum sağlamak değil bu, adatasyon değil. Kullanmak sadece, var olan gücü, var olan sevgiyi. Bırakma, tut. Zaman. Boşa akan anların cezasını çekiyorum uykuya dalmadan hemen önce. Saat yine 05.30 u gösterirken güneşin doğma çabalarına son tanıklık. Gecenin karanlığında klavye tıkırtıları. Beynimin gittikçe uyuşan, kararan o aydınlık yarısı.

Yazmayı bıraktım diye tüm bu kaybolmuşluk, sıfatsızlık, öznesizlik. Zamanı gelince, açılacak o tıkanan borular. Ya da darbeyle başıma geçeceğim kendimin.

"Havada seni kokluyorum bu ara. Her köşe başında gölgene basıyorum. Yine ziyaretlerdesin, oben. Adını ilk kez andım aylar sonra. Duydun mu beni? Çok belli belirsizdi, emin olamadım. Yarın aynı köşede buluşalım, ama elimden tut bu sefer ne olur, yarın zorlu ve uzun bir gün. Deli danalar gibi koşturmak istemiyorum."

Cumartesi, Eylül 16, 2006

lazım lazım

aloğ? yerinizde duruyor musunuz kelime dediklerim?

hayat hızlı yine tahmin edebileceğin gibi. deli gibi koşuyor.
sıkılıyorum yaşanını anlatmaktan. yaşanmış olm zaten. şimdi burada tekrar yinelemek falan, of çok uzun iş. eskiden kalkıp yatmasına değin kayıt tutan szn nerede acep şimdi? şu an nelerin kaydını tutup el kol ağrıtıyor?

ne zamandır hissederek yazmıyorum ben?

insanlar var. çok varlar. her yanımda, içimde, dışımda. yapılacaklar, koşturmacalar var. sonra bu cici aletin başına oturup saatlerce durmak var. 2 gün sonra keşke şunu şunu yapaydım, vakit varken ne diye böyle harcadım diyeceğimi bile bile. hiçbir şey olmayacakmış gibi durmak. vuhu!

geçecek bu haller elbet. şu alete duyduğum bağımlılık da dinecek bir gün. -di mi lan, moral ver görünmez hedef kitlesi-

kısa ve öz olmalı açılışlar ki devamı için enerji biriksin.

ışık fıtısı, yan yol focusu, müzik cue su.. behind the fassade da olur. öyle geçiyor gidiyor günler, havier naber? :)

Pazartesi, Eylül 04, 2006

vuhuf!

oldum oldum tam oldum. makina boku mühendisi oldum.

Pazartesi, Ağustos 21, 2006

dur ve sus

En verimsiz yazın son evresine geçiyorum işte. Yarın son gecem burada. Bitiyor o saklayan, koruyan, özüne, kendine baktıran, insanlara, doğaya, aileye odaklayan günler. -Bunlar tabii yapabilecekleri, yaptırması gerekenler ve büyük bir başarısızlık örneği olarak fos çıkanlar-

Ufacık da olsa bir izolasyon bekliyorum kamptan. Biraz biraz kafamda dizili işler olmadan doğanın sesini dinlemeyi umuyorum.

Ve düşünüyorum bunca zaman hayal edilenleri. Her şeye zaman bulabilme ideallerimi. Süper iş kadını, ama süper sivil toplum örgütü çalışanı, ruhsal gelişim uzmanı, sportif bir sanatçı.

Evet ben her şeyi istedim belki, her gördüğüme özendim belki ya da gerçekten içimde o potansiyeli bir an/bir dönem için de olsa hissettim.

Geçmişim hep onaylayan, takdir eden, övgüler yağdıran yüzler/gözler dolu. Ne mutlu! Hep olması gerektiği gibi bir çocuk/kız/insan olmak vardı hayatımda. Gıpta edilen, parmakla gösterilen. Her zaman en tepedeydim yahu, hep el üstünde tutulandım.

Şimdi bakıyorum kendime. Eskisi gibi beni özetlemekte kullanacağım başarılar yok. "Bunu, bunu yaptım. Bunu, bunu yaşadım. " lar yok. Belki birkaç ufak kalıntı eski sıkıntılardan, mücadelelerden. Ama bu kadar, hepsi bu kadar.

"Ne yaptın bunca zaman?"

Bilmem. Ama ne yapmaya çalıştığımı, ne yapmak istediğimi hep bildim ben. Peki yapabildim mi? Koca bir hayır, koca bir boşluk. Reddedilmese de kabullenilmesi her an daha da ağırlaşan bir layık olamama hali. Kime? En çok kendime, hayallerime, beklentilerime, bildiklerime, yapabileceklerime. Devamlı bir ihanet kendime, devamlı bir azla yetinme, fazlasını istese de yapamayacağını bilme hali, devamlı bir kısıtlama, devamlı bir damla gözyaşı kenarda köşede. Son üç ayın özeti büyülü, tek tük anlar çıkarılırsa böyle.

Demek ki Ankara sorunların çözümü değilmiş Sezen. Sen yine aynı eksik, aynı "ukte", aynı gözlerde özlem yaşları, kalpte görüp heyecanlanma çarpıntıları, ağızda bir "Dövmek lazım böyle insanları".

Erteledim ben bugüne tüm oldurmalarımı. Şimdi doya sıya ağlayamayan, haline üzülemeyen, sadece teslim olan, kendi ağzına sıçsa da, sıçrayamayan, arzuyla yanıp tutuşsa da saldırgan planlar yapamayan, egosunu yeneceğini düşünürken aslında sadece duran, duran, duran bir Sezen var.

Yazlık hikayesi bitiyor işte. İlk kez bu kadar boş, bu kadar "karar"sız. Oysa ki düşünülecek, yazılacak, ortaya dökecek ne çok şey vardı. Hepsi içimde, bende kaldı. Hiçbir şey değişemedi, sadece kötüledi. Tüm tuzaklara düşüldü, tüm hatalar tekrarlandı, üstüne üstlük eski başarıların b sine ulaşılamadı. Her yönden kayıp, her yönden erteleyen bir ay geçti.

Bırakıp durmaya devam. Yeni Sezen le tanış, eskiyi unut ve yorma artık. Hepsi bir ilüzyondu demek ki. O giden-alan hallerini sadece sen gördün/gördüğünü sandın belki. Sana güvenen, destek çıkan onca gözü sadece dilinle mi kandırdın? Nasıl ikna oldular her halükarda başaracağına, her ortamda ayakta kalacağına? Haydi kendin inandın, onlar nasıl bunca zaman savundular seni? Onlar niye bu oyuna alet ettiler kendilerini?

"....yim, ....yim. En çok da ...ıma güvenirim. Özellikle ... de çok iddialıyım."

Yersiz böbürlenmeler bunlar bayım, ne olur zamanınızı benimle harcamayın.

"Ah evet en iyi yaptığım şeydir ..., sana da ....nı tavsiye ederim. Özellikle .... konusunda gerçekten tecrübeliyim, dur sana anlatayım nasıl ..... yapılır"

Kanma bana şekerim, ben hep böyle atar, tutarım.

----

Elimdekiler listesini yenilemek gerek. Son yılları, ayları gözden geçirmek, yüksek ideallerle, yalanlarla elimden iki üç küçük beceriyi de kaçırmamam gerek. Kabul etmeli artık, böyle giderse hepsini bırak, hiçbiri olmayacak. Sezen hep bakacak ve ağlayacak, duracak ve sövecek. Böyle giderse sevgi hep geriye dönüp bakınca görülen arpa boyu yollarda dibi delik kovalardan yerlere saçılacak.

Aslında bıraksalar yatsam ben, sadece yatsam ve hayal kursam. İnan en iyi olduğum konu bu. Hayallerde kaybolmak ve gerçekten uzaklaşmak. Sonra yapılacak bir iş varken onu kafamın en pasif bölgelerinde beni zehirleyecek, ama hareketlerimi etkileyemecek şekilde hapsetmek. Ha bir de çok güzel ilham vermek ve cesaret, başlama/ilerleme gücü, moral. Başkalarına güç, kuvvet olmak. Bunları yapayım ben bırak, bırak benden beklemeyi/istemeyi. Bırak yapamayacağım listeleri önüme sürmeyi. Tam olma hayalleri ütopik, zihnimin tamamını kullanmak da beni aşar, zaten tevekkülle teslim için ne yapmışım ki bugüne kadar?

Bırak, verdiğin tüm sözleri bırak.

(Güçlü değilim sandığım kadar, ne olur artık beni rahat bırak.)


----son dakika editi:
Elsa kişisi yazıma şu yorumu eklemiş de ben salak gibin silivermişim onaylamak yerine:

bu yazıda o kadar kendimi hissettim ki...

bir de hazır editlemişken ben süper oldum olm kampta. taze kan, taze heyecan, taze her şey birden, bütün, toplam.
umarım ki fotolu bir tatil özeti yaparım yakın zamanda.
özendim moskavadakinin anbean, günbegün fotoromanlarına :)

Cumartesi, Ağustos 19, 2006

zıpıv

Hayat güzel!

Yine aynı sebeple kıkırdıyorum ben bugün. Bu seferki ?zafer? daha büyük ama :)
Kumsalda depar attıracak kadar ?zihnimde :P- gaz verici. Bir yandan neye/niye diye sorgulatıcı, frenleyici, aynaya saf saf bakmayı gerektirici. Ama toplamda süper eğlenceli :)

Dün gece gazının hala devam eden etkileri var bir de. Hemen bir özet sunayım: Botla açılmak, site halkı tarafından kurtarılmak -botta yer değiştirmemizi ve yamuk yumuk ilerleyişimizi imdat çağrısı olarak mı algıladılar?-, yokuş aşağı-yukarı bot taşımak, iskele bacakları arası çarpmalı slalomlar, üstüne bir buçuk saat yüzme, sonra daha bir de yetmemiş gibi seneler sonra gaz basket maçı, üstüne de az geldi diye gece yokuş yukarı-aşağı arşınlamak yolları. Hala ağrıyor her yanım, şükürler olsun ki :) Kaslarının ağrıdığını, vücudunun çalıştığını hissetmek gibisi yok. (Da da damm! Sporkadın!). Yanlış anlama, ayda yılda bir oluyor da onun sevinci :)

Geceyi en son Ispartalardan ışıl ışıl bir sesle ve üstüne tatlı bir kızıl kıvırcıkla -tadımlık :)- kapatmak.

Verimli bir yaratım sürecini de ekleyeceğim umarım ki. Oluyor yahu bir şekilde, ağır ağır, beklenenden yavaş, ama oluyor.

Yine kahvelendi bugün, o fenaydı!

Acayip gazlardayım yine. Rusça dersi haftada iki, okuldan İspanyolca, haftasonları hem aikido, hem yoga, üstüne bir de hali hazırdaki iki görev ve bunların gaz toplantıları eklenince nasıl olacak bakalım. Haftanın her günü 18-22 arası, haftasonları da toplamda 10 saat feda edilecek en kaba hesapla. ?Puhahhaha!? türü seslerle ve pek alışılmadık yerleriyle gülebilir bunları okuyan görünmez hedef kitlesi. Ha eğer gülmüyorsa da gülsün yahu, gülsün çünkü şimdiye kadar yazılanları okumamış, beni hayatında hiç görmemiş iyimser insanlara (BELKİ) mantıklı gelebilir tüm bu planlar. Ama benim bünyede pek bir sırıtıyor bu idealizm kokulu ütopyalar. Olsun varsın, geçmiş deneyimleri silip atmayı ve temiz sayfaları hep sevdim. Önceden belli gereksinimler kalın siyah bir kontürle belirlenmiş olsa da, gerisi az biraz özgürlük tanıyor bana. Haydi hayırlısı!

Perşembe, Ağustos 17, 2006

son saatler

En son makyaj yapışım üzerinden sanırım on günden fazla geçti ?oha lan nasıl da hızlı geçiyor be günler!-

Ay şimdi sen fondötendi, kapatıcıydı falan sanarsın hemen. Yok be yok, göze kalem (alta değil, azıcık üste), hafif koyu gri üstü belki biraz bordo far, şıkır şıkır parlamayayım diye pudra ve ta taaam süslü szn imiz hazır!

Evet, gereksiz özel hayat detaylarını meraklı melahat görünmez hedef kitlesiyle paylaştıktan hemen sonra, dün cereyan eden, en son 13 yaşlarındayken bulaştığım ilginç aktiviteyi size takdim etmek istiyorum: Kardeşin biz yüzerken iskeleden denize uçan terlik tekinin peşinde bikinili halimizle parmaklıklar aşıp kayalıklara tırmanıp türlü organik/inorganik atıklar üzerinde ilerleyerek bizim dağlık yazlık beldemizin güzide kıyılarında umut dolu bir arayışa sürüklendik. Parmak arası terliklerimizle yaptığımız hiking in sonucu hüsrandı ama kendimi ?Macera dolu Amerika? şarkısının herkesin dilinde olduğu dönemlerde peşime taktığım kızlarla oradan oraya atlayıp zıprlarken gördüm yine.

Burada ufak ot düşelim: Genellikle geçmiş anılarım, hele de yazlıkta vuku bulmuşsa olanlar, utanılacak, sıkıl(ın)acak, mümkünse bir daha uzun süre hatırlanmaması gerekecek salaklıklarla doludur. Bu açıdan ilk kez gülerek ve ?olm var yaa...?larla süslenerek anlatılıp tekrar yaşatıldılar. Burada bahsi geçmese olmazdı yani. (Dün tam yayınlayacakken silindi de, ben azimle yine yazdım, süperim!)

Tüm bunların dışında saat yine 2, ben yine iş güç zavallısı halimle ekrana uykulu/kahveli gözlerle bakmaya çalışıyorum ve evet bildiniz, gözlerim seğirmeye yeltenmekte. Kim derdi ki yazlık ortamlarda laptop karşısında usun sabahlarda kahveli/panik ataklı günler geçireceğimi? Yani geçen sene bunları diyen olsa, gülmekle kalmaz, pataklardım da. Yanımda getirdiğim onca kitap okunmadan kaldı haaa, ben yetişmesi gereken işleri umursamadan sabaha karşı 3te filme başladım haaaa, ertesi gün gelecek cici misafire rağmen son saatlerimi havuçlu-cevizli kek ve mozaik pasta yaparak geçirip şu anda teslim aşamasına gelmesi gerken işleri yine savsadım haaa! Yok artık, çüş deve! ?pardon, pardon!-

Asıl ironik olan bir yandan da zaman yönetimi ve hızlı okuma eğitimi alıyor olmam internet üzerinden. Kafaya inen balyozların haddi hesabı yok. Çok şükür yapmamak gereken her şeyi ve amacıma ulaştıracak her tekniği biliyorum da, çok güzel duruyorum yahu.

--------

Rüyalarda garip hesaplaşmalar var. Niye, neye unutalı yıllar olmuş kırgınlıklar, her uyanışta bilinçaltı seviyesinde kusuşlar eşliğinde bilincime taşınıyorlar. Sanırım bu sabah 7ye uzanan geceler sonlanmalı ve düzgün düzenli mümkünse radyasyondan uzak doğaya yakın daha bir tatilimsi/dinlencemsi hallere geçilmeli. Final bıkkını, kahve kuskunu szn e böylesi geri dönüşler, simüle hayatlar yakışıyor mu hiç?!

---------

Bir Ankara meleği, aileden/anneden can yoldaşı Dubai? ye gidiyor iyi mi!? Uzaktaki bir çatlağın dediği gibi benimle tanışan hrkes yurtdışına kaçıyor yahu :P Bir de ?Ay Şubat tatilinde bekleriz? türü sanki iki sokak ötedeki evine çağırıyormuş gibi kmlerce ötedeki yabancı kültürlere davet edişler çok tuhaf geliyor be. Yani hayatımda iki kez yurtdışına çıkmış ve ikisinde de aynı şehre gitmiş bir insanım. Ağır olun, şoka sokmayın adamı.

Bitti...

Çarşamba, Ağustos 16, 2006

sadece

İçimde pis bir hava var
Camları açmak gerek

"."lı ","

Sana her uzanışımda aynı boşlukta uyanıyorum.
Varacağım yeri tanıyorum, ama gidiş yolunu çıkaramıyorum.
Hep sonuçlarım belli, yöntemlerim tartışmalı olmuştur zaten.
Nereye gideceğimi ilk varoluştan beri bilen, ama iş yola koyulmayı gerektirdiğinde ardına saklanacak taşları en iyi seçenim ben.

Hep böyle miydim?
Hiç aksi olamadım mı?

Oldum oldum, inan bana çok parlak zamanlarım da oldu.
Bilmekle kalmadım, yaptım.
Ve orada da durmadım, öğrettim.
Şimdiyse sadece konuşurken üretkenim.
İddialarda, savunmalarda zenginim.

Kendinizden gizli kaçış modelleri üretme sanatı.
İşte bu konuda en verimli uzman benim :)


?Yanımdasın biliyorum, ellerim ellerinde hissediyorum.?
Bir sen varsın koşulsuz destek, anda kurtarıcı.

-Bir kahve olsa da içsek, bu ne uyku be kardeşim!?

Pazar, Ağustos 13, 2006

son çığlık

Yaz yaz sil.

Yaz yaz sil.

Yaratıcılık ya da paylaşma arzusu değil ölen. İçerik çok kaygılı, sıkıntılı. Hoşnutsuzluk ve yusufluk bir arada. 15i yaklaştıkça artıyor gerilirim.

Ciddi ciddi sorguluyorum son günlerde. Büyük harflerle yazılan o ?İŞ HAYATI?nı. Sadece para mı beni gelecek hayallerimdeki ofislerde harcanacak gri saatlere iten. Son beş yılı hayallerimde hayatımızı nasıl zenginleştireceğimi, nasıl nefes almadan çalışacağımı, özgürlüğümü kazanıp bol keseden dağıtacağımı düşünerek geçirirken aslında özümü değiştirdim bile bile? Sona yaklaşıyorum gün geçtikçe. Her anda değişir hayat, kişiler ve kararlar. Biliyorum evet. Ama kararların bedelinin en az olduğu şu günlerde ?ki her geçen gün biraz daha geç kaldığım gerçeğini atlamamak gerek- sonradan pişman olmamak adına zorluyorum kendimi.

Açık açık konuşalım şimdi. Yaz rehaveti içinde, sadece kendim ve doğayla baş başa kalıp sporun, güneşin, kahkahaların tadına doyacağımı, arınıp yükseleceğimi umduğum günlerin böylesi bitmek bilmeyen, her an zihnimde çöreklenen sorumluluklarla kısıtlanmasına öfkeliyim. Her anıma yayılıyor bu huzursuzluk. ?Layıkıyla yapamayacaksam hiç başlamam karrdeşimm!? mantığımın acısını çekiyorum hala. Zorunlu kalışlarda yarım yamalak sonlandığımı defalarca anlatmıştım zaten. Hal böyle olunca memnuniyetsizliğim senelere yayılıyor. Ve sorunum gözümde daha da büyüyor.

Kendimi kandırmışım bunca sene?!

Kendime güvenimin ne yersiz, ne desteksiz olduğunu anlıyorum son beş senedir. Yaparım, ederim, aman çocuk oyuncağı dediğim ne varsa yüzüme gözüme bulaştı yahu. Sebeplerine eğildikçe birikiyor gözümde yaşlar. Belki sorun adlettikçe derinleşiyor kuyu, takıntı haline geldikçe korkum büyüyor. Aslında ne kolay, ne zorlamasız çözülecek onlarca sorunun, ulaşılacak sürüyle hedefin ne kadar uzak, ne kadar Kaf Dağı ardında izole olduğunu görüyorum. İkazlar geliyor dağdan, taştan, topraktan ve ben sadece ağlıyorum.

Mutluluk, memnuniyet, sevinç, paylaşım. Var bunlar her anda. Güzellik hissi hep var. Ama kontrolsüzlük, andaki gevşeklik ve kendimi boğarken uzayan ertelemeler benliğimi simsiyah bulutlar gibi ele geçiriyor. Öyle hızlı ve derinden yayılıyorlar ki! Ve yaşanan anda öyle sinsice arkama saklanıyorlar ki! Gelen tepkilere, çığlıklara sadece ?Yahu dert etmee, hallolurr!? larla karşılık veriyorum. Ama on dakika sonra çörekleniyor o acı nefret. Kendime ve tüm hayata yayılıyor. Artık öyle derin ki, insanlarla arama giriyor. Sevgimden önce çağrıştırdıkları hatalarıma odaklanıyorum. Duygularım gölgeleniyor, hiç suçu olmayanlara sıçrıyor.

Konuşurken, tartışırken, geleceğe yönelik planlar kurarken tüm çekim eklerim bilinç ve farkındalık kokuyor. Oysa son beş senedir ne dediysem yanlış çıkıyor!!! Hep tersi oluyor!!! Nerede başladı bu çöküş, nerede kaybettim ruhumu? Ben sandığım szn hep uydurmaca kılıklar mıydı, içinde gözüme güzel gözüktüğüm? Hiç kendimin ve çevremin gözünde canlanan szn olamadım mı yoksa? Her anım hedefleyip başaramadıklarımla mı dolu? Ne zaman dağıldım, nasıl toplayamadım? Neden hala sürüyle odağa, cisme, etkiye, insana bağımlıyım? Gidenlerin arkasından acı çekmedim hiç, yerlerine yeni geldi ve yabancılık hissetmedim. Herkes geçti oturdu, kimseyi kapıda bırakmadım. Anlaşılan kişilere değil, bendeki ortak yansımalarına bağımlıyım ben. Ya da yalnızlıktan uzak her ele muhtacım.

Bir yerde bir yanlış var. Bir yerde bir hata. Ya tam bulacakken gözümü kapıyorum korkuyla ya da hiç aramaya başlamadım. Ama artık sabrım da, feda edebileceklerim de tükeniyor yavaş yavaş. Çırılçıplak ortada kalakalmama az kaldı. Ve elimden tutacak kimse yok. Çünkü kimsenin çözümü uygulanabilirlik vaadetmiyor. Kimse yeterince güven ve ilgi gösteremiyor. Benimle benin arasındaki duvarı kıracak kadar gücü, desteği kimse sağlayamıyor. Ne çok engel aşmış, ne çok taş yemiş szn, seneler sonra ilk defa aynı hataları milyonuncu kez yaptığı halde uyanamıyor. Oysa ki görmek yeterdi çözmek için. Biri yanlışsa, diğer yol sonuca çıkardı. Şimdiyse elim kolum bağlı. Kesin çözümler bile uygulanabilirlikten yoksun. Gelecek korkulu, geçmiş kaçılası, şimdi bunaltıcı. Sadece boş boş oturmayı özlüyorum ben. Yatmak öylece ve saatleri akıtmak. Baskısız, hedefsiz, giderek otlaşan bir rahatlık. Bunu özlüyorum evet. Sanki biraz otluk tüm dertlerimi çözecek gibi, sanki hayat, geçen günler giderek daha fazlasını benden alıp götürüyor gibi.

Çevreme çözüm bulmak, ağlayanları güldürmek, bozuk moralleri sihirli değneklerle iyi etmek ne kadar kolay, ne kadar sonuç garantili. Oysa kendime dönüp baktığımda dipsiz kuyular ve çözümsüz sorunlar yumak olmuş zıplıyor her yerde. Ne yakalanması mümkün, ne ayrıştırılması. Oturup düşünemiyorum bile artık. Kalemi, kağıdı elime alıp tartışmaya bile zaman yok.

Son iki yılın özeti: Zaman yok!

Yaptığım bütün planlar eksik, koyduğum tüm hedefler gerçekdışı. Şu an bile yazdıkça erteleniyor hedefler. Gece 3te kalkıp kahve yapma ihtimalleri zorlanıyor. Ne kadar kaçış odaklıyım Tanrım! Bir yerde bir bağlantı koptu ve yerine hiçbir şey konmuyor!

Perşembe, Ağustos 10, 2006

sıkıcı bir ben boşalımı daha

Unuttum sözlerimi. Düzenli dizilerimi. Kelimeler koşar, çarpışır ve bütüne varırlardı bir zamanlar. Sanki şimdide kocaman kopukluklar var. Bugün de bir şeyler kırıldı içimde. Belki her zamankinden çok geçen bir yıla kıyasla. Kırgınım ve tamir edemiyorum bu sefer. Çünkü halledilmesi gereken işler, öncelikler var kafamda. Mor-turuncular diyarında yaraları sağaltmaya gitmeme engel oluyorlar. Bahane diyorsun değil mi? Ama yetişmiyor işte işler. Tam ve bütün olsun diye ertelerken son anda yarım yamalaklara kalmaktan bıktım artık. Belki önce bu yarayı sağaltarak başlamalı işe. Ama fırsatları koşarak kaçarlarken görebiliyorum ben. Usulca yanıma yaklaştıklarında da aklım bir başka kaçan fırsata takılmış oluyor belki de kim bilir. Ama bir şey kesin, içimde uzun süredir böylesine hıçkırıklar yankılanmamıştı. Bağırıp çağırıp kırıp döküp boşaltamayacağımı biliyorum. Evrene tüm bu pisliği atamayacağımı da. Ve canımdan bir parçayı beni kanattı diye incitmenin de alemi yok. Ne kadar kışkırtıcı, ne kadar zorlayıcı olursa olsun şartlar, olumluya çeviremesem de olumsuzun dışavurumunu önlemeliyim. O büyülü yükselişlerin üzerinden sadece birkaç ay geçmişken içimde bu kadarına yetecek gücü bulmalıyım.

Çarşamba, Ağustos 09, 2006

yazmak için yazmak

zamansızım yine.
bugün bir eski zaman dostunun dediği gibi "Peki sen bütün bir sene naptın???" diyorum kendime. Stres artıyor geri dönüş yaklaşırken, son kendime aitler tükenirken. Belirleyiciliğimin azalacağı, kararların giderek ağırlaşacağı Ankara günleri yaklaşıyor. Ya grileşecek tenim, ya da özgürlüğe düşkünlük ve isyan galip gelecek. Ortayol bulma ümidim söndü gitti. Ya radikal değişimler ve rest çekişler ya da süper uyumlar, bukelamun halleri bekliyor beni. Son dakika golü de seneyi açma anahtarı olarak duracak elimde. Kilide uyacak mı -of nasıl bir apaçık göndermedir bu?!-, yoksa zorlamaya rağmen yerine oturmayacak mı? Dünden sonra pek bir umutlandım ama heyecan/beklenti itinayla sıfırda tutulmakta. Ay aman neme lazım :P

Cumartesi, Ağustos 05, 2006

çok gülen çok ağlarmış?

ruhum yoruldu be.
bir sürü farklı yüzde bir sürü farklı yara canlandı bugün. gelip giden, eve gözyaşlarını taşıyanların ardından bir baktım ben de hüngür şakırt hallerdeydim. onlar ferahladı çıktı, bana ağırlıkları mı kaldı nedir?
sağ ol melis, tek pohpohlayan olduğun, yanlış-doğru ışık saçtığın için. ama ihtiyacım olan bir fener değil. yaratan olmak gerek. izleyen değil.

-------

mustaa hakkında her şey. hala iç acıtıyor, bunca dalga içinde, bunca saçmalık eşliğinde izlenmesine rağmen. içte bir yerleri dağlıyor. geçecek mi tüm bunlar? -geçiyor mu desem?-

-------

yalan ve sigara olmayan bir dünyaya!

-------

benim olmayan hayatlar özlemek amaç edinilmemesi gereken bir enerji törpüsü. bunu bir yere yazmalı, her gün tekrar okumalı.

Perşembe, Ağustos 03, 2006

olacak -oluyor de oluyor

hayat elimden kolumdan tutup oraya buraya çekiyor devamlı bu aralar. yarın duracağım misal bir iki dakika. bakacağım ne olmuş. ona göre anlayacağız yol mu gittik, yerimizde mi saydık. o zaman çıkacak meydana asıl sebep, asıl sonuç.
köklü değişiklikler zamanı, sanırım sözlerle dövülmek, kendini dürtüklemekten daha etkili. yorucu, ezici, kırıcı ama etkili.
iş başa düşünce, son dakikada kayıplara karışan ben, adam olmayı umuyorum bu sefer yürekten, gerçekten.
bir süredir yoktu bu his. geri geldi. bir başlangıç.
şimdi pratikte hızlandırmak kaldı süreci. dene, yanıl atmalı bir tutam, bir iki sil baştan doğramalı. tuzu, biberi yerinde ayarlansa, olur biter bu iş.

enerji. sevgi. ışık.
olacak başka yolu yok.

Perşembe, Temmuz 27, 2006

one last time..

Eski bir dikiş makinasından yazıyorum bu yazıyı. Yazlıkta ilk gün macerası. Sabah 6.5ta biten dünün ardından zor bir sabah geçirmek ve sonunda 3e doğru ayılabilmek.

Tuhaf bir iç sevinç salgılıyorum. Tuhaf çünkü geceden sabaha uzayan sancılı zamanla yarış süreci ve sonunda emeklerin boşa çıkışı rahatlatıcı bir tedirginlik yarattı bende.

Doğa, bulutsuz mavi gökyüzü ve su, alabildiğine, hafifleten ve arındıran, biraz da gözleri yakan :P

Ruhumun sesini dinleme fırsatım olmadı henüz. Hala bir sürü iş var yetiştirilecek. Nasıl yapılacağının kılavuzu olmayan, ilk kez denenecek ve mümkünse zamanında ve tam bitirilecek tonla iş. Bir rahatım ki sorma. Dünya umrumda değil. Oy oy, bu zamanı sınırsız sanmaların da sonu gelecek işalla, hayırlısı bakalım.

Pazar, Temmuz 23, 2006

kıkır kıkır*

Sırıtarak başladım ben bugüne. Çok güldüm yahu. Kıkır kıkır.
"Çok mutlusun galiba?"
Yok, biz ona daha çok salak olma hali diyoruz sznce de.

Şaşırdım aslında. Yani bu soruyla karşılaşınca. "Ay evet ne diye salak salak sırıtıyorum ki ben?" Ortada elle tutulur bir şey yok ki hala. Ama olsun. Küçük şeylere sevinmek güzel. Belki de bazı şeyler net olmadığı sürece güzel. Sorumluluk almadan, baskı hissetmeden. Merak ve heyecanla yaşamak, tedirginlik ve sayısız acaba. Daha duyarlı kılıyor insanı, hassaslık anlamında değil, hayata, kendine ve sevgiye duyarlılık anlamında. İçinde bir nefes büyüyor insanın. Gözlerinde bir parıltı.
?Şükürler olsun tanrım sana? deyip gülüyorsun bir ağız dolusu.
Sorsalar ne oldu: "Ehm şey ya ben bir mesajla uyandım bugün". Ama ne dedi deseler bir cevabım yok verecek. Noktalara, virgüllere yüklenen anlamlar içinde bir hayat. Ağırdan ve güvenli. Arada bir iç gıcıklayıcı riskler taşısa da, huzurlu. Komik aslında, ne büyük değişim potansiyelleri taşıyor oluşu. Sorulan soruların hiçbirinin mantıklı cevapları olmayışı. Belirsiz yahu adı üstünde, renkli vaatleri olan uzun bir belirsizlik. Bir tünel sonu ışığı değil, mavi-mor tuvalimdeki küçük mor köşe belki.
Olmasa dünyanın sonu gelir mi? Ay yok hayır. Ama daha az şenlikli olur hayatım bu kesin. Ama rengi değiştiğinde sayfayı yırtıp atmayı bilen bir adamım ben. ?Sil baştan? larla bile aram iyi.

O yüzden bakıyorum ben. Yine eski tüm sznlere aykırı bir şekilde, merakla bakıyorum kendime o gizemli gözlerden. Ve soruyorum, onlarca cevap beklemeyen soruyu. Sessizce kimseye duyurmadan. O soru cümlelerinin kurulması bile garip bir zevk veriyor bana. Olası cevapların şaşırtıcılığını düşünmek, olasılıkların hiç beklenmedik hallerini yoklamak. Küçük planlı hayatımı sallayan zararsız depremlere izin vermek.

Üç ay sonra dönüp bu post a bakmalı tekrar. Yüzümdeki gülümseme alaycı mı, şefkatli mi olacak, bir sormalı.
----------
*inatla "kırkır kırkır" yazdım iki kere üst üste, ne oluyor yahu bana?

Bi de ben tv makinası nı yerim, barış zıpırına "şöyle bir rock çığlığı at" dediğinde gecenin bir saati kendimden korkutacak bir çığlık attıracak kadar benimsediğim bir adamın yaratısı olduğu için. -dünden hazırmışım yahu ben de-

Cumartesi, Temmuz 22, 2006

al sanaaa

Gece saat 1 ve ben kahve içiyorum iyi mi?! "Ne var be bunda?" diyenleri duyar gibiyim.
Kahveye karşıyım efenim ben, kafeinmiş, uyaranmış, vücut kimyama parmak sokacak katkı maddeleriymiş, dövmekten beter ederim, kafa atarım, yeter ki hepiciği uzak dursun benden.
Ağrı kesici kullanmam, kafam patlasın, sancıdan gebereyim, ama bana o küçük şeytani hapları yutturmayın.
Sonra mümkünse ketçapla, mayonezle yaklaşmayın.
Hele o sigara denilen küçük siyah fareyle yanımdan geçmeyi aklınızdan çıkarın, alnınızı karışlarım, çenemle dayak yemişten beter ederim, kendimden/kadınlardan/dünyadan ve hatta ileri giderseniz kendinizden nefret ettiririm. Beni dövmek ya da ağzımın payını vermek için bile olsa yaptığınız pisliğe ara verdiririm.

"Yani bu saatte kahve içiyorum?!" diyorsam, emin olun "Kafamıza taş yağacak!" misali bir uyarı ilettiğimi, sevildiğinizi bilin. Önleminizi alın, yeraltı sığınaklarınıza, güç kalkanlarınıza sığının.

---------

Bir de bu ara ben kendime iş bulup duruyorum. Yani her gün "Hemmmennn şu işi halletmeliyim!!" diyecek bir şey çıkıyor. Pazartesi de ebedi tatil merkezimiz Selimpaşa' ya yollanacağız zaten. Yani bir ay yat, kalk, tv seyret derken birden bire böyle iş yetiştirme hallerine girmek şaşırtıyor adamı. "Lann, gün hala 24 saat, nasıl bu kadar şey sığıyor içine??" türü Amerikan gençlik filmlerindeki "Düyd, watzaaapp??" diyen keşlerle eş değerde bir algı seviyesine sahip sorular soruyorum kendime. Gerçekten yumurta kapıya sıkışmadan hiçbir sorumluluğumun değerini anlayamayacak mıyım ben?! Ne zaman oldu tüm bunlar, ne zaman inek szn öldü? Kim öldürdü, nasıl bana gözükmeden becerdi? Annemler beni tanıyamıyor artık yahu!
"Ne oldu sana? Ne bu halin?"
Alışıyorum ben, bu yeni halime, bu yeni hayat görüşüne ve bir yandan beynimi yiyorum otlaşan szne iç aynamdan bakınca.

----------

Oysa ki herkes "Lan tatilde bile boş durmuyorsun!" diyor. Lan salaklar, ben boş durmasam var ya, üvv, neler yaparım. Hemen bir senaryoya başlarım, 2 günde bir 5er şiir yazarım, haftada 3 beste çıkarırım, şu gitarı tekrar elime alır, kardeşime org çalmayı öğretir, bir yandan da her gün yoga yaparım. Dahası da var da saymaya yoruldum :p
Evet, evet, gözüm doymuyor benim. Ama vallahi de yaptığım dönemler oldu, gerçekten dolduğum ve taştığım, yaşadığımı her an, her dakika hissettiğim.
"Büyüdükçe hayatın büyüsü kayboluyor yahu!" demiyorum ben hayır. Hala aynı şaşkınlık, hala aynı taparcasına sevgi. Hatta daha az yargılayanı, daha az benleşmemiş hallerini tolere edeni. Ama bir yerde bir şeyler kayıp, bir yerde bir şeyler yabancı. Bir bıkkınlık var içimde sanki, biri mi öldü nedir?
"Ama geçecek bu hal, eski tempoma kavuşacağım, zıplayarak koşacağım, kaçan otobüsün arkasından nefes nefese ciğer parçalamalarda yaşamayacağım artık!" Üzgünüm, böyle idealist tavırlarımı yitirdim ben. Sanırım kemikleşti artık içimde bir şeyler, bazı konularda yargılarım keskin ve acımasız. Ki bunlar risk almayı gerektirmeyen ve çoğu zaman yanlış olduğunu bile bile savunur gözüktüğüm alışkanlık ürünü takıntılar. Cesaret isteyen, kendimi zorlamak, sınırlarımı aşmak durumunda bırakan ve yıllar yılı bir türlü sağlayamadığım düzenleri arzulayan tüm düşünce yapıları ve mantık sistemlerine karşı oluşturulmuş kör önyargılar. Öyle zorakiler ki kendim inanmadan ses yükselterek dayatıyorum. Ve bunu yaptığım her anda kendime ismi lazım değil alanlarımla gülüyorum.
Yanlış yoldayım, sürükleniyorum. Ama buradaki yanlış kime ve neye göre bilmiyorum. Eski szn e göre yanlış evet, ama şu an o da artık aramızda değil. Yeni ve şaşkın szn ler olarak kimden çıkıyor bu yeni ideolojiler, hayatın sürüklediği yere giderek, gidişata dur dememeler bilmiyorum.
Ama mutluyum be. Sanki tekrar eski hızıma kavuştuğumda ve tekrar üretmeye başladığımda "Hssktr!!! Onca zaman neler saçmalamışım ben!!???" diyecek gibiyim. Sanki iş işten gelince pişman olmak kaderimmiş gibi.
Niye böyle saçma salak öngörülerde bulunuyorum, nerede içimdeki Polyanna bilmiyorum. Ama sanırım kontrollü bir kontrolsüzlük içindeyim. Beni özgürleştirecek, gerçek riskler alamadığım için kendime özgürlüğümü yine kendi prensiplerime isyan ederek sağlamaya çalışıyorum galiba. Ve bu özgürlük takıntısının hayatımın son 3 yılında odak noktasında olduğunun farkındayım. Belki de hata kavramların çağrıştırdıklarında, belki de geçmişin yanılgılarında.
Sormak bile yoruyor artık. Ve ben Ankara' yı özlüyorum. Buradaki altın kafeste kendimi elimde olsa bile aşmayacağım aptal sınırları bahane ederken buluyorum. Daha kısıtlı, daha eli kolu bağlı. Bu şehir kendine hapsediyor beni. Hayallerimi uyutuyor. Alışılmış rutinlere ev hasretiyle sarılmama sebep oluyor. En büyük zaaflarım altın tepsilerle önüme geliyor. Ve reddedemiyorum. Gardım düşük, egom yüksek. Özümün sesini duyamıyorum.

Çarşamba, Temmuz 19, 2006

bakalım bir

hala yazabiliyor muyum acaba? deneme 1-2, deneme.
yok abi, anlatacak şeyim yok. var da yok gibi desem anlatma yetim ne kadar düşmüş anlarsın değil mi görünmez hedef kitlesi?
ben gezdim tozdum tamam mı? çok ama. böyle bir orada, bir burada. baktım işte, gençler napıyor, nasıl eğleniyor falan? kim ne kadar değişmiş ben ankaralardayken, sonra işte yeni dedikodular nedir, kim ne manita yapmış, nedir, anlat dedim. döküldü gençler sapır sapır.

benim de ucum yok yahu. bir hafta boyunca kattetiğin en uzak mesafe yatağınla tv önündeki koltuk arası olsun, sonraki hafta kalk, çık evden, 3 gün dönme. hayır yani, neden diye sorarlar adama, rahatsız mısın, nesin?

neyse işte uyku düzenimi de kaybettim zaten. yok öyle bir şey. sabah 6da yat, öğlen 2de kalk bir adamım ben artık. kabullendim. değişim o kadar da şart değil yani, bir süre dursak da olur. az biraz sabitlik her bünyeye lazım dönem dönem.

yatmaların acısı çıkacak diye umuyorum ben bugün. kasmak lazım. sayfalarca yazı okunsun, paslanmış beynim bilgilerle dolsun. ay mümkünse birkaç da yeni fikir çıksın nolur! yani bir haftadır kafamın içinde hala işleyebilen bir şeyler var mı emin olamıyorum, ama hatırladığım kadarıyla bir zamanlar yaratıcı bir insandım. yani en azından kısıtlı bir süre için.
sonra bir de 6 numara miyoplu gözlerim seneler sonra ilk kez bir senede gıdım ilerlememeyi başardı. bunun için de bir alkış istiyorum. -var ya hani reklam, tablo siyah diyen kıza kılım ben orada, bana ne abi, ben bakarım bir saat tabloymuş/heykelmiş, 3 snde yapıp bitirmedi ki adam, değil mi, bir bak, bir hisset aaa-

hm bakayım başka ne var? ee ben gidiyorum buralardan. yazlık falan. önceki bloglarda çok geçmiştir çağrıştırdıkları, verdikleri, aldıkları. ama burada asıl söylenmesi gereken, bu sefer büyümüş de küçülmüş, elinde laptop ı bık bık iş yapan kız olarak gideceğim gerçeği efenim. eskiden "ay bu akşam napalım kızlaarrr" şeklinde dertleri olan yazlık-szn bu sefer edit edeceği metinler, AB projesi başvuru formları, zaman kalırsa çevirilecek makaleler ve henüz izlemediği 10 tane filmi ve süper jazz arşiviyle teşrif edecek normal şartlarda teknolojiden uzak bir doğa şaşkınlığını temsil eden yazlık ortamlarına. insan bir hoş oluyor yahu. asıl yaz günü oradan kalkıp şirketlerle görüşmelere nasıl gidilecek, ehm o konu biraz irademi zorlayacak, ama napalım, verilen söz tutulacak efenim, sıkıya gelince kaçmak yok.

ha bir de ben bu transcriptleri bitirdim gilmore girls ün. ya bildiğin 5 sezonluk dizinin -6. nın bölümleri CDlerde kayıtlı, mırmıra şükür- tüm bölümlerini okudum abi. cnbc-e deki eski bölümlere rastlayınca bir afallıyorum. metinlerin görüntüleri var lan. çok acayip. büyü gibi ehe. "anaaa, böyle miymiş lan" ya da "ay ne sıkıcı olm böyle" gibi tuhaf yorumlar yapıyorum. ama asıl komik olan, transcriptler bittiği andan itibaren hayatımı bir boşluk kaplamış olması. çok şaşkınım be. böyle arada canım Stars Hollow çekiyor, ama yok, bitti. aaaa, yüzleşmekte zorlanıyorum bu gerçekle.

bugün özellikle 12.00 de kalktım, işler yetişsin diye. ama National Geographicte Atlantis belgeseli falan derken bak saat 3 oldu yine. nasıl yutuyorum ben bu zaman denilen insan üretimi aldatmacayı diye durup düşünüyorum bazen. ama sıkılıyorum ben düşünmekten bu ara, kısa sürüyor, cevap bulamıyorum. ya bir bilen varsa söylesin be. -aldım lan Bilim ve Teknik in Temmuz sayısını, ay dert etmiştim kendime, "yok hiçbir yerde aa" diye, neyse buldum, buldum. derin nefes al sen de, ohh-

hadi hadi sustum. ama bak bu daha okunası geçen seferkinden. böyle kusmuk kusmuk değil, daha bir daldan dala atlayan Bambi falan. bir naifliği var ehe. beğendim ben.

siz de susun okuyun lan, ağlaşmayın kırk saat, yazı da yazı diye. cool olun olm biraz, bakmıyor gibi yapın, ilgilenmeyin, mecbur kalayım yazmaya ehe.

Perşembe, Haziran 29, 2006

elimin -çenemin?- ayarı kaçtı biraz

-uzun aralardan sonra hep olduğu gibi, yavan ve sıkıcı bir yazı bu. hani okumadan önce bir durulabilir. Ama içtenlik, samimiyet arıyorsan burada be güzelim, gecenin 3ünde hangi tribüne oynayacağım allasen-

Kelimeleri yedi bu word sayfası. Eski szn olsa, bundan süper dersler çıkarırdı. "eski szn" bile eğreti duruyor üzerimde. Ne eskisi? 2 ay öncenin neresi eski? Dünyevi dertlere daldın yine değil mi? Kendine acımak, haline üzülmek.. Bunların senin sözlüğünde yeri yoktu en son baktığımda. Kendini üzgün ve kızgın hissedemiyordun hani?

Gerçi kendimi kendime kızmaya çağırmıştım yenen kelimelerde. Özüme aykırılığından kaçtığım bir öfke nöbeti değildi. Ama belki içinde isyan barındırmak istediği için yitip gitti. Ah bilemiyorum! En çok annem şaşırıyor bu halime. Bu boş, isteksiz, geveze, neşeli, ama durgun halime. Durgun derken, eğlenme yetimi, yaşama hevesimi kaybetmemden kaynaklanmıyor bu. Tamamen üşengeçlik, başka açıklaması yok. Bir parmağını bile kıpırdatmama hali. Ah yarın digitürkmüş, digitalmış, 2-3 kanallı tv dünyam da zenginleşiyor zaten. Sanırım iyice kayıplara karışacağım artık.

Babamla iş aradık bugün bana. İlanlara baktık falan. Yarın da ona arayacağız galiba. Bir de işe girişmeden, kafada evirip çevirip olumsuz sonuçlara kılımı bile kıpırdatmadan varma ve tüm enerjimi başlamadan biten işlerin vakumuna kaptırma yetimi kimden aldığımı da buldum. Genetiğe de karşıyım halbuki. Ama bu işler böyle yahu, biraz ondan, biraz bundan, yanında promosyon bir iradeyle postalanıyorsun bu dünyaya. Ona merhaba, buna defol git derken şekilleniyorsun işte. Özünü reddetmekle eş belki de genleri hiçe saymak. Ama kabullendiysen de, sınırlandın demek değil ya bu. Sınırlar kesinlikle zorlanmak için var!

Binbir türlü şey gelip geçiyor aklımdan şimdi. Paslandı sandığım o koca odada zilyonlarca yankı var. Yakalanıp kelimelere koşmak lazım. Hmm. Zor be, zor. Arkamdan kovalayan olmadıkça üretemiyorum artık. Resmen böyle bu. Bir de bu yaz tam bir askıda kalış hali. İş başvurularımdaki cvler görüntülenmiş birkaç defa. Ama hala tepki yok. Oldukça dürüsttüm zaten, atıp tutmadım. Ama birinden bir cevap geleydi yahu. Bugün istanbulda 4. gün ve ben inatla duruyorum. Bir hafta tamamlanınca da paniklerim bak, kesin!

Dışarı çıkma planı yapmama özenliyim bu ara. Ankara insanlılığından sonra gereksinim duymuyorum sanırım. Biraz kafa dinlemek iyi geliyor demek isterdim. Ama kafa değil, ev hali dinliyorum. 4 kişilik çekirdek ailemizden iki katlı koca evimiz içinde yalnızlık anları kovalıyorum. Odamda nefes alıp veren bu koca ekran saatlerce kardeşimin kafasını yutuyor, geri kalan zamanda kardeşim kafasıyla benimkini emiyor, sonra televizyon ve sıcak. Ha bak sudoku çözdüm ama bugün. Hayatımda ilk defa. Bir tanesini iyi güzel çözdüm de, ikincide sıkıldım yahu.

Olacak gibi değilim bu ara.

Hava sıcak, dışarı çıkılmaz şimdi.

Odada Özer var, kitaba başlanmaz şimdi.

Tüm ev ayakta, iki kelime yazılmaz şimdi.

Duyan gelir, bir kayıt denemesi yapılmaz şimdi.

Yemeğe de az kaldı, yeni bir şeye başlanmaz şimdi.

............................

böyle böyle çürütüyorum kendimi. O kısa, bu uzun. Bir kuple "çemberimde gül sabah" aldım misal dün. Ama sabahın 6sında oturup yazamadım üstüne iki kelime. Bugün chaplin in otobiyografik filmini izledim mesela, üstüne bir kuple de gilmore girls scripti koyayım dedim.

En az uğraş isteyen, en çok vakit alan ve en çok zihin vakumlayan işleri, işlemleri bulmaya bayılıyorum ben anladım.

Karar versem, bugün son desem, o meşhur listelere bir başlasam, her şey yoluna girecek. Ama yok, boşluktan yeterince bıkamadım. Nedense bir türlü yeterince bıkamıyorum son iki senedir. Gerçi Ankarada sene içinde bıkıntı krizlerim oldu ama zart midterm zort final derken arada kaynadılar tüm sene. Şimdi asıl sade, yoğun boşluk. Damardan veriyorum kendime. Kandırıcı yan eylemlerin verdiği geçici zevkler de tükenince ya kendimi günde 7 saat abuk bir işte çalışıyor bulacağım ya da hele şükür planlı programlı bir harekete geçiş yaşayacağım. Bekliyorum yine kendimi. Beklemekle olacakmış gibi :(

Salı, Haziran 27, 2006

yıllar sonra

öylesine atıverdim başlığı. içimde kalmış tortular canlanıyor belki de ondan.
geçen sene lobotomi geçirmiş insan canlılığında tv karşısında yatarak izlediğim, ve hatta sanırım ülke genelinde sadece benim seyrettiğim dizi ilk bölümünden başlayarak tekrar yayınlanıyor yahu." ay ne salağım ben ehehe" diyerek izliyorum yine. halbuki tam özeleştiri yapma zamanı. tam sokaklara dökülüp iş arama zamanı. ah ahh, daha neler neler zamanı.

-göz kırptı olm, annee-

Cumartesi, Haziran 17, 2006

ah bee

vallahi sordu. ben de bir şekilde kaçtım gittim oralara. şaka gibiydi olm. odası vardı böyle, bir tek bu duruyor içeride. ben süper manitayım, süper bronz tenimle ve süper cool hallerimle aralarda gidip görünüyorum o acılar içinde teninde renklenen karaltıya bakan tayfaya. "bak sahipli bu" diyorum. "ben varken sana avcunu yalamak düşer" diyorum. "süper yakışıyoruz olm, ötesi yokk." diyorum. "ay bir gün senin de olur yavrum, ağzını kapa, üzülme bu kadar" diyorum. ama tabii ben sadece orada duruşumla konuşuyorum. yoksa az ve öz laf ediyorum.

ama sorduğunda götüm attı mı -affedersin yahu-, attı, hem de ne biçim. sorsa direk hayır der miyim, yepp. ama işte rüyalar güzel şeyler efenim, aralarda iyi geliyor insana.

-ay ne olur bu sayfaları okuyor olmaa-

-comment da isim geçireni yayınlamam bak, çok despotum bu konuda-

Çarşamba, Haziran 14, 2006

en hızlı kim??

her şey hazır. kahvaltı edilmedi, bünye uykusuz, sandalye üstüne tüneme pozisyonu alınmış, lenslerin göze yapışma şiddetiyle doğru orantılı bulanık bir görüş kazanılmış. 3 adet program detayı görüntüleme sayfası, bir adet kayıt sayfası açılmış. msn, gtalk ve tüm dikkat dağıtıcılar kapalı. kalp çarpıntısıyla uyumlu last.fm jazzrock kanalı ayarlanmış. her şey hazır, her şey. dünden beri oda içinde kamp kurma durumları, dışarı çıkıp da yiyecek bir iki şey bile alamama halleri, poponun sandalye zeminiyle kilit-anahtar ilişkisi yaşıyor olması -süper uyum, süperr-, bu daimi radyasyon/uykusuzluk yorgunu göz seğirmeleri.. hepsi geçecekk bugün ve ben dışarı çıkıp makul bir miktar oksijen alacağım. ohh! -kayıt sayfasına ders kodu, section no su bile girildi, hatta 3 snde bi ders ekleyebilme hızına erişildi, hala üzerinde çalışılıyor, 8 dakika içinde ışık hızına erişilecek, vuhuu!-

Pazar, Haziran 04, 2006

yan gel yat

çeviri laptopta açık, tektaşmektaş çalmakta elektronik bir gazla, oda etrafa yığılmış misafir eşya yığını kaynıyor, mailler okunmuyor, doğru dürüst blog yazılmıyor, gazete okunmuyor, tv bile seyredilemiyor. bunun adı üşengeçlik evet, hiçbirine gösterecek ilgim, ayıracak vaktim yok. halbuki araştırmam, bulmam, "nerede ne var?" arayışları içinde sağdan sola koşturmam gerekti benim. bu odun ruhu biraz inceltmem, adam etmem gerekiyordu. a yok yok, bir sene bitmiş, hesaplaşma zamanı gelmiş, hedeflerin belirlenmesi, rotanın çizilmesi gerekmekteymiş. hepsi hikaye yahu. hiççç sorumluluk alasım yok. boşlukta sallanarak çeviri yapalım biz evet. evden çıkmak ya da çıkmamak tüm mesele bu. tek düşünmeye değer gördüğüm, tek hareket içermesi olası sonuçları olan karar anım. bu kadarım bu ara, beklemedeyim birkaç isimle birkaç rakamı. keyfim de çok şükür yerinde :)

Cumartesi, Haziran 03, 2006

ay şey ben

format attım, yani bir sil baştan durumu var daaa henüz yatay pozisyonlardayım doğrulamadım. ama kitap okuyorum bak, büyük gelişme. film izliyorum arada, bak bu da takdire şayan. ha bir de çok pis ilk adım attım, o kısma hala inanamıyorum. öyle, yarın annemin matematik sınavı var, integral/limit sayıklıyor, ne ironik bee.

kısayım, özüm bu ara, hayırlısı bakalım..

Perşembe, Mayıs 25, 2006

ta taaa

net perhizimi sonlandırdım. niye?? çünkü AA yı garantilediğim tek ders C nin finalinden de bir sıçsam ne güzel olur diye düşünmekteyim. evet evet, hala en son beni bıraktığın kadar salağım sevgili görünmeyen hedef kitlesi.

neler oldu neler yahu. valla bak. ama işte elim gitmiyor tekrar tekrar yaşatmaya anlatırken. ha bir beyaz motor geyiği var bak, en azından adı geçsin burada, ayıp olmasın. -"salaksın kızım" demeyin lan artık, of-

sonra rapor almak için hasta gözükmeye çalışırken gerçekten kendimi hasta edişim var. bak bu önemli!

sonra bugün birden bire iyileşmem ama buna rağmen calculusun popoma benziyor oluşu var.


vakit olsa döktüreceğim bir şeyler yine. ama bu sefer pek çs kusmuğu yok. başarılı bir kendini adama, dünyadan soyutlanma süreciydi bu seferki. gerçi daha bitmeden bitmiş gibi anlatıyor olmak aksini kanıtlar gibi görünebilir, ama çalışacağım yahu. valla bak.

gideyim ben, sonra tam gaz geleceğim, oohhh diye silip süpüreceğim içimdeki tüm kırıntıları. bir sil baştan formatı atacağım. ve yeni hayatımın ilk günü planlarına başlayacağım. çok şey var yapacak, çook.

Cuma, Mayıs 19, 2006

arkadaş dur bekle

unut gitsin her şeyi
her derdi bir anda
yaşamak hey en güzel şey
geri gelmez bil ki geçip giden o yıllar
yaşamak hey en güzel şey

arkadaş dur bekle
beni dinle
üzülmekle ne geçti eline
bu dünya kalmamış bak kimseye
gülüp eğlen haydi gel sen de bizimle

gör bak ne güzel bir gün doğmakta ufukta
yaşamak hey en güzel şey
eski günleri bırak da geleceğe bak
yaşamak hey en güzel şey
.
.
.
hiçbir şey zor değilmiş verince elele
yaşamak hey en güzel şey
gözyaşı elem keder bize göre değil
yaşamak hey en güzel şey
.
.
.
mutluluk ümitleri bitmedi bitmesin
yaşamak hey en güzel şey
kahkahayala neşeyle geçsin günlerimiz
lalalay lalay
yaşamak hey en güzel şey

arkadaş dur bekle beni dinle
üzülmekle ne geçti eline
bu dünya kalmamış bak kimseye
gülüp eğlen haydi gel sen de bizimle

işte bu yahu. onca eski anı, onca kafa karışıklığı, onca iç bulandırma çabası üzerine, birdenbire gülmeye başlayabilme gücü. vay be, vay be!

büyümüşüm ben. artık koca bir adam olmuşum! ama yine de zamanla ve düzenle sorunlarımı yenemiyorum. kafam basmıyor hala. bir karar verdim, bunun için ne fedakarlıklarda bulundum/bulundurdum, yine de gerçekten kendimi veremiyorum uygulama kısmına. hatalı ve eksiğim hala. aynı şeyleri tekrar yaşatıyorum kendime salak gibi. içimdeki o güçlü isyan dinmiyor, daha da yükseliyor sanki. bırakmalıyım artık savaşmayı. kabullenmeliyim artık. bu ne lan, tükettim kendimi aaa!

-konsere de gidemedim zaten!

Perşembe, Mayıs 11, 2006

çok pis mat oldum lann

bugün çok sinirlendim. yarım saat yattım, geçti. sadece yattım, vuhuu.

buralar eskisi gibi değil. ne bileyim. bir kavram karmaşası, bir kendinden şüphe, bir varlığına anlam verememe haline kelime koşusu. "niye buradayım hala?" diyor bana dudağını büküp.

koşmak lazım. hem de çokk hızlı. insanlar benim yazacağım sözleri yazabilir her an, benim çekmek istediğim filmleri çekebilir. hatta ve hatta benim yazacağım kitabın farklı bölümlerini, birbirlerinden ve benden habersiz yazabilir. ammann tanrımm!

bir tuhafım biliyor musun? bir ağlayasım var. bugün resmen bir çift göz günü ilan edildiğinden değil sadece. hayatın geçip gittiğinin kocaman bir kanıtı da var önümde: finallere birkaç küçücük, kısacık gün kaldı! bitti bu yıl da. yani öss nin üzerinden resmen bir yıl geçmişken, dönüp bir bakasım geliyor geriye. hani ne kadar yol gittim, ne kadar hayal ettiğim yerdeyim falan. e baktım. bir - iki saniye sürdü.
ne hayal ettiğimi, kim olmak istediğimi bile unutturacak kadar halimden memnunum. arada ne kadar odunlaştığımı, kitap/gazete okumaz olduğumu, televizyon da izlemediğimden iyice mağara adamı çağdaşlığına eriştiğimi düşünüp düşünüp "ohaa!" desem de her an yeni be hala. hala keşfedecek tonla şey var bu yerde, bu şehirde. garip "bu şehir" demek. hala tam algılayamıyorum istanbuldan uzak olduğumu. tıpkı eylül 2005 te olduğu gibi -oha 2005 i düşünürdük lan küçükken, kocaman olacağız o zaman diye, ay ne komikk, kocaman mı oldum benn- zaman durdu ve ben bir tatil köyünde süper cici insanlar, süper cici fırsatlar ve her anı yeni hayallere götüren belirsizlikler içinde dolanıyorum.

"her şey çok bok, sinirlerim bozuk, böeaargg, diyen umut-özgül ikilisine inatla katılmıyorum. c den 0 aldım, yine de katılmıyorum. hoho süper olmuşum ben.

Çarşamba, Mayıs 10, 2006

çok pis plan yaparım!

fena halde not defterim geldi. evet evet eski sezen geri dönüyor. hani şu yazıp çizip alt alta dizen.

hep hayal ettiğim, hep olmak istediğim o üst-sezen e varma çabalarım yeniden körükleniyor. acil bilinçlenme planı hayata geçiyor. daha küllenmedim çok şükür, ama yeniden doğma hallerindeyim.

ama yok valla plan yapmazsam tüm gün evde oturup gilmore girls scriptlerini okuyorum. (http://www.twiztv.com/scripts/gilmoregirls/) sonra "lan yine unuttum aa" larla kafama sıçıyorum. -evet ben bu ara pek bir bozuk ağızlıyım, ama ne yapayım çok eğleniyorum :P-

bir de buradan freiburg da vatani sikilişini yaşayan canım kardeşim kızıl kıvırcık a "lan ne göt şu almanlar!" demek istiyor ve ardından top 3 mizi tek tek hatırlayıp sırıtmasını rica ediyorum.

ahahah naabeeerrrr diyeyim mi bir de. ay yok çok tatsız oldu. ehehe.

bir çift göz

o gün gitmiyor aklımdan. kaçan fırsatlar, "ah keşke" ler.

bugün andım seni. halbuki o günün üstünden bir seneden fazla geçti. ama nedense tüm ayrıntılarıyla yeniden canlanıverdi zihnimde bugün. üzerindeki kazaktan, içimde yankılanan "tanrım benimle dalga geçmeye bayılıyorsun di mi!?" çığlığına kadar. yolda karşılaşacağız sandım bugün. birden "şaka gibiydi o gün" diyebileceğim sandım sana. yarım kalan düşler. kalan ve yarım.


bunları yazarken bile çarptı kalbim deli gibi.
ah ne safım!

-ah keşke.. senin gözlerinde kaçırılmış her ana ithafen.

Salı, Mayıs 09, 2006

boş iş insanı

en son saat 11.00 de mantıklı bir iş yaptım bugün. bu saat oldu, boş iş, boş iş. kendimi kontrolden yoksunlaşmak. aynı sandalyede oturuyorum kıpırdamadan. sanırım son 4 saattir. niye yapıyorum bunu bana? niye kızdırıyorum kendimi? gözlerimde yaşlar biriktiriyorum iradesizliğe aksın diye.

ay ne salağım!

Çarşamba, Mayıs 03, 2006

azıcık-kocaman

azıcık azıcık aralıklarda durup düşünüyorum.

kocaman kocaman zamanlarda tepeden tırnağa istiyorum.

ne istediğimi biliyorum da, nasıl isteyeceğimi bilmiyorum :(

dilimden düşmüyor, gözümden gitmiyor, içimi bir sakin/sessiz bırakmıyor. sıkılıyorum.

olsa da bitse.

Salı, Nisan 25, 2006

zilyon kere

geçen hafta zilyon kere açtım bu sayfayı. hatta bir iki cümle de karaladım çoğu. ya ben durdum, ya hayat durdurdu sonra. yarım kaldım hep.

ilginç benim için iki lafı bir araya getirememek. hayat hızlanmakta, benim aklım havalanmakta. şu ara en büyük dertlerimin neler olduğunu duysan pek de hoş olamayan şekillerde gülerdin zannımca görünmez hedef kitlesi. halim bayağı ironik anlayacağın. devamlı bir plan program halindeyim. -ne zaman değildim ki??-

en çok kendi kelimelerimden sıkıldığım için sanırım. ya da içimde doğru dürüst bir anlatım düzeni kalmadığı için. etrafa büyük bir rahatlıkla yayılmış parçalardan oluşuyorum şu ara. parçalar arası bir bütünlük ilişkisi kurulamıyor pek.

"parça1 den parça2 ye beni duyuyor musun parça2?"

kendi kendimi duymuyorum evet. duymamazlıktan geliyorum hatta. bilinçsiz bir akış ve kapanma. neden, nasıl, ne şekilde fark ettirmeden, sinsi bir duyarsızlaştırma projesi. mutluluğum sanarken içten içe bir sorumsuzluk, bir umursamazlık sezinleme.

belki bazen hayata boşverme araları vermek gerek.
evet evet.

Cuma, Nisan 21, 2006

çs şiirimsisi

Ruhumun karnı ağrıyor heyecandan
BU bilinmeyene yolculukta
Başına geleceklerden habersiz
Yakın, çok yakın.
Nemli havanın tendeki ıslaklığı gibi.
"Yağdı yağacak yağmur" hissi.
Her anda başlayıp
Her anda biter gibi.
Tüm gözeneklerime dolup
Beni benle kaplar gibi.

Perşembe, Nisan 20, 2006

acep diyorum hiçbir şeyler beceremezsem gidip felsefeyle çift anadal mı yapsam?? --> çs nin beyin kimyası üzerindeki etkileri

Salı, Nisan 18, 2006

gilmore girls

sınav konuları sayıca azlar ve ben teknik anlamda yarısını bitirdim -hızlıca okumak ve yarısından çoğunu bir seferde anlamak-. sınavsa cmt. yarına yetişmesi gereken ödevin sadece eğlenceli kısımları kaldı -saatlerimi alacak olsa da-. bugün banyo yapmazsam ölmem sanırım. yarınki quize de dersten önce birkaç saat çalışsam yeter yahu, sınavından 98 almışım nedir ki yani. haftasonu istanbula gitmedim, şımarık çocuklar gibi eşyalarımı kargoyla yollattım, bir de üstüne konserlerde sağır oldum, sigara yanıklarıyla dolanıyorum ortalarda.

buna rağmen insanları kocaman seviyorum ve süperötesi mutlu ve zıpırım.

böyle senaryolar yazmak lazım yahu. güldürelim insanları, her türlü sorumlulukları yalan olsun, hayatları, düzenleri sakat kalsın falan. yapalım bunu. valla. -dünden itibaren 11 bölüm izledim, son 8i üst üsteydi. daha olsa, devamını da izlerim. mantığım işlemiyor. içim dışım süper evler, süper insanlar, süper hayatlar oldu. lan dedim ne iş? bunların binde birini gerçekten deneyimlememin ihtimali nedir? mazoşistlik midir? hayallerde avunma mıdır? ağzı açık, bağıra çağıra ve sanki 3 kişi izliyormuşçasına kendimle karşılıklı monologlar yaparak tüm günümü evde, bilgisayar karşında geçirmek ve sadece tek bir derse girmek -7 dersim vardı sanırsam bugün- -

hoho

Cumartesi, Nisan 15, 2006

zaman

zaman akıp gidiyor yine. ben arkasından koşarken. bir kere de önüne geçebilsek ya şu meredin. aşsak ya o imkansız sınırları. olacak olacak, yaparım ben :)
son demlerim sınavlar öncesi. son uyuklamalarım, son "yarın çok pis eğlenceğim olm" planlarım. ruhum daha şimdiden isyanlarına başlamaya yeltendi bile. nasıl da tehlikede hissediyor kendini, nasıl da saldırıyor her türlü zincire. halbuki perşembe gecesi o "güzel" kızlarla 70leri tartışırken bambaşkaydı her şey. mordu eteğim, elimdeydi şarap kadehim ve gözlerime parlayan gözler vardı. mühendis-sanatçı tartışmaları, gecenin bir vakti karadeniz türküleri birleştirme çabaları, "mehmet ali erbil e aşık ol sen!" kavgalarına kahkahalarla gülebilme rahatlığı/umursamazlığı ve mini etek derdi olmaksızın arabayla bırakılabilme konforu, en adicesi de tek kuruş hesap ödememe :P
ütü-bulaşık-alışveriş-temizlik insanı oluver sonra bugün. git ahmak ıslatanlarda sırıl sıklam ol topu topu 1.5 dakika içinde, buna rağmen mutlu ve huzurlu ol, geyiğin dibine vur, isminden adam beğen kendine, ama yok yok bölümü de iyiymiş de sonra, geçmiş hikayelerini duyan sinemlerin kocaman açılan gözlerine gülebil rahatça, karşında senin payına sinirlenen, adam kesen seslere duyarsızlaşabil, onca yol git, tıkış tepiş, ama yol tariflerini kafan basmayınca rota değiştir 180 derece, 98 ler 96 ların üzerine, üç tane tam puanlık quiz çak, kamp işinin olacağını, yazın chick corea nın geleceğini öğren, odanın kapısına "doğumgünlerinde bağlama, tambur, kemane çalınır" yazan, altına telefon numaralarını sıralayan bir oda arkadaşın olsun, tadından yenmesin, cemil de cemil diye inlesin :) ve çilek yiyebil sonunda, canını çektirenlere inat(!), erik iste, erik iste, erik iste, bulamayınca çağla koy yerine, kişilik testinde despot diktatörün teki çık sonra, tenedos cafe ye gitme planları yap yanında, azıcık kitap okuyabilseydim keşke bugün de, yazmaya ve geceyi tüketmeye devam et inatla, sabah kalkamayacağını bile bile, umut et bol bol, sev kocaman ve arın, o seni sıkan/bağlayan kurallı düzeninden, korkularından en çok, kaçırdığın gözlerinden, yüksek duvarlarından.
korumaya/ayırmaya çalıştığın asıl özüne sarıl, dene, yanıl, dene, yanıl.

Pazar, Nisan 09, 2006

geri-ileri

ya döndüm ya da zıpladım ileriye doğru. devasa bir adım ya da ufak bir alışılmışa/rahata dönüş.
rahatsızlık veren duyguları, öfkeyi, nefreti, kendinden tiksinmeleri kaldırıp atıyorum ya artık tümden, aslında bunu yaparken bir şeyleri gözden kaçırıyor olma ihtimali üzerinde durmalıyım artık. yani silmek, iptal etmek, hayatımın içine hiçbirini dahil etmemek rutin olmaya başlamışken -7-8 nisan hafif kayıp bir aralık bu genelleme içinde- belki de bir adım ileriye gitmenin yolu bu tür boşluk doldurmalardan geçiyor artık.
düşünmeli üzerinde ve çalışmalı artık, bolca!

Cuma, Nisan 07, 2006

4 nisan sonrası

aç bilaç oturdum sofraya ve silip süpürdüm her şeyi. dahasını da yapardım belki. ama ya hayat çağırdı yanılsamalardan kaçtım ya da hayattan kaçıp yanılsamalara sığındım.

belki gerçekten sabırsızım, belki gerçekten hesapsızım.

eksik, algımda ve ellerimde/yüzümde. her anımdan/hareketimden yansıyıp her yöne dönüp gerisin geriye bana çarpıyor.

kısırdöngüleri özledi sanki canım, bağımlılık mı yarattı çözümsüzlük? peşimden kendimi getirdim diye mi böyle oldu? bırakmalı mıydım, öksüz/yalnız? kendime sarıldım diye mi oldu?

hayatım şaştı.
ben..

Perşembe, Mart 30, 2006

çs notları 3

Eşiğine geliyorum devamlı, tevekkülle teslimin. Devamlı dediğim, en geç 3 günde bir. Her seferinde dipten dürtüsel bir korku fırlayıveriyor, beni geri çeken. Tüm benliğimde korku yanıp sönüyor neon ışıklarla. En kontrol edemediğim şu benim "kan korkusu". Vücudumun fiziksel tepki vermeyi de ihmal etmediği en temel, en köklü korku.
Yine listeler yapıyorum kafamda bu yüzden. 4 Nisan daki özgürlüğe yığacağım yapılacaklar listesi. Erteliyorum sanma ama görünmez hedef kitlesi. Her gece çalışıyorum, azıcık uyku payımdan çalmak pahasına. Niyetler ve sevgi akışı aklıma gelen her anda benimle. Bir de şu reiki göndermelerine başlasam artık. Aylardır erteliyorum. Tanrım ne büyük ayıp! Belki senelere de uzatabilirim bu hali. Hatta "Hiç gerçekten çalıştım mı ki?" de diyebilirim. "En son ne zaman 4 gün üst üste yapabildim?" diye sorsam kendime, bana birkaç hafta görünmeyecek utancından eminim. Bir de gidip o canla başla çalışan, her anlarını sevgiye taşıyan, sorumluluklarının dibine kadar bilincinde insanların yanında "Neden duruyorum???"lar sıralıyorum ard arda. "E durma?"

çs notları 2

Dikkatli seçiyorum kelimeleri,
Kendime yakalanmaktan korkar gibi,
Kahvenin siyahından yansıyor hayaller,
Silik ve tozlu.
"Neden?!" ler isyanlara büyüyor içimde,
Olduramadıklarıma duyduğum,
Eli kolu bağlı, küskün öfke.
Zaman at yarışında sanki,
Kendi kendini geçip duruyor.

Kendimi aynı dipsiz kuyu önünde,
O sonsuz karanlığa bakarken buluyorum.
Önceki karşılaşmalarımız geliyor aklıma,
Her seferinde -son anda- nasıl kaçtığım.
Kurtulmak denir mi adına,
Nefesi hep ensendeyse?
Her gülüşünde aynı gölge.
Aynı suçluluk, aynı yargı.

Sebeplerini arıyor ruhum.
Hangi geçmiş kalıntısı,
Hangi önceki hayat izi,
Hangi korku, endişe?
Korkacak ne kaldı ki??

Salı, Mart 28, 2006

kaydedilmeyesi (çs (kusmuk)notları 1)

bir sinir krizi. beynimden ellerime, ellerimden kelimelere akan. kontroldışı, mantıkdışı, sezendışı. oldu olan bir kere, bana da buraya kendimden akanları geçirmek kaldı:

Bırak akanları
Kanın içinde kururken
Gözün yaşlanmayı unutmuş
Hayat ıkınmaktan ibaret
Sıçsan bir türlü
Sıçmasan iki türlü
Kelimelerin bile bırakmışken seni
Nefretin bile tükenmişken
Elinde hüznün h si
Bencilliğin b si kalmamışken
Boşsun bir kabuk kadar
Duyuların kör
Ellerin kirli
Ama kalbin temiz?
Tek öfken kendine,
Tek hıncın gölgene,
Tek derdin sezen' le,
Bir siktirse gitse!


--------
Duvarlara kafa atsam da parçalasam kendimi
Öfkeden titrerken ellerim,
gözlerim alev alev yanarken
Bir damla gözyaşı yanaklarıma uğramazken
--------


Bırak akanları
Kanın içinde kururken
Nefeslerin alev alev
Genzinde küllenirken
Bırak artık oyunları
Kolunda sepetin
Ormanın içinde koşma artık
Bırak
Kelimelerin irinle yıkanmış
Elin zehir olmuş kağıda
Beynin buharlaşırken
Koşular intihar


İsyansa bu içimi parçalayan,
Son kalan tortularsa midemi yakan,
Egonun önüme duvar ören çığlığıysa bu,
Beklentilerin vurduğu zincirlerse gözlerime,
Uzak dursunlar benden artık!
Uzak!
Yalansınız hepiniz!
Anda saçmalayan edimlerimle ben
Bu kadar kuklaysam elinizde
Bu kadar iradesiz
Lanet olsun kendime,
Lanet olsun sevgime!
Geçmiş buhar olup uçmuş gitmiş,
İçimi kurutmuşum gelecekte filizlensin diye,
Dondurup saklarken tüm potansiyelleri,
Her gece ben uyurken yokluğa ağlıyor ruhum.
Boşluğu gizlemek, sevgiyle örtmek üzerini.
Her anım şükürde, gülümsemelerde geçerken,
Bu dipte gizlenen korku niye,
Nereden çkıyor bu isyan,
Neremden söyle?
Nasıl gizleniyor böyle,
Nasıl çukurlaşıyor içimde?
Öfke,
Kendime, tüm var edemediklerime,
Hareketsiz geçen,
Kendimden uzak,
Ana zincirli,
Boğulup moraran,
Kangren benliğime.
Elimi attığım dal kuruyup kalıyor.
Nerede bulmalı gücü?
İçimi kanatıp söküp aldım,
Hep aynı kaynaktan.
Kurudum artık.
Kendime mi bu nefret?
Ellerime mi?
Gözlerime mi?
Duvarlardan cevap bekleyen zihnime mi?
Dışa karşı iptal ettiğim her öfke
Artık kendime mi?



Bıktım
Olduramamaktan
Kendime kilit vurmaktan,
Planlı kontrolsüzlükten,
Olamamaktan,
Asılı kalmaktan,
KORKMAKTAN!!!

26.03.2006 23.30



dışa vurulmayan, kelimelerde yakan/yıkan bir krizin öyküsü bu. sanırım bir iki saat sürdü. ruhum bedenimden koptu, sonra tekrar geri gelip eski bildik yörüngesine oturdu. gece arınmakla, öze dönmekle geçti yine niyetler sonucu. ama düşündükçe, bunları yazarken aklıma geldikçe hala o diplerdeki çığlıklar kulaklarımı acıtıyor. varoluşsal bir kaygı bu, hayatın her anına sıçrayan. hissedilsin ya da gizlensin, bir yerlerde hep aynı tehlike. zaman, yöntem, güç bulmak ve kendimden sonsuza kadar temizlemek gerek artık onu. çünkü giderek ağırlaşıyor yükü, taşsa da saklansa da artık aynı sezen e sığmıyoruz. ve gitmesi gereken o.

Cuma, Mart 24, 2006

keşkeler kumkuması, ukte yumağı

çalışabilmeye başladım ben. o yüzden pek yazmıyorum buralara. uzun zamandır sevgiyle ders çalışmayı, işlerimi zamanında yapmayı, derslerime girmeyi ve herkesi çok çok sevmeyi deneyimliyorum.

ama bugün ben pek ben değilim. onlarca kişiyle aynı koca odada sayfa sayfa ders yutarken o cici varlıklara tek kelime edememek, başını öne eğip odaklanmak ve kaçırmak. "şapkam denize düştü havası"nı, geceleri "ortamlara akma" yı, tanımadığım sokaklarda hayal meyal anıların peşinde yol-iz aramayı, kelimeleri -yazarak ve okuyarak- içimde hissetmeyi, ah en çok EN ÇOOK da yaratmayı.

ruhum bir yerde isyan ediveriyor işte. evet ben kendi çizdiğim yolda, kendi istediğim şekilde ilerliyorum, koyduğum hedeflere bir bir ulaşıyorum.

ama içim eksiliyor. yeni bir kitap almak istiyorum. yeni bir tişört beğenmek. sinemaya gitmek mesela. blues um da geldi hem benim. sonra biraz çimlerde yatsam -bugün çimlerde patlamış mısır yiyip havalanan ayak fotoğrafları çektiysem de..-, yüzmeye gitsem bir, koşuya çıksam "sonrasında ter-->banyo-->saç kurut" döngüsünün gaspedeceği zaman aralığını hesaplamak zorunda kalmadan, doya doya reiki göndersem, zuhal olcay ın tüm albümlerini zört diye alıversem, yeni birileriyle tanışsam, zıpır zıpır üstlerine atlayıp onları gülümsetsem şaşkınlıkla, yeni bir şehre gitsem, yani bir dil öğrensem...

hayat hızla akıyor ve ben odaklandıkça geriye kalanları ıskalıyorum sanki. özledim bir şeyleri. birçok şeyleri. havalar güzelleştikça artıyor bu his ve kampüs dışına en son ne zaman çıktığımı unuttukça, konserler/filmler/kitaplar/insanlar kaçırdıkça.

denge istiyorum ben, bir tarafa eğilip sallantıda yaşamak değil.

bunun bir yolu yok mu?

öss ye hazırlanırken her boş anda soru çözmek, sınav haftasında uykundan/yemeğinden/insanlarından/eğlenmelerinden kısıp derslere odaklanmak gerekmesi. müzikalin zıpırlığına, ieee nin tam gaz çalışmasına, rusça kursuna, almanca özel derse, listemdeki kitapları almaya, hasretle beklediğim çalışmaya gitmeye, merakla takip ettiğim etkinliklere katılmaya yetişememek/ulaşamamak.

alman lisesi=ertelemek diye düşünüp avunmak 8 sene. biter bitmez de yeni avuntular aramak.


laptop ın şarjının tam finale yaklaşırken biteyazması, yarım kalma, yarım kalma, yarım kalma.

ceyda alacağım bir kuple, çağdan takacağım koluma, özgül arkama kuyruk olsun, melis kenarda köşede seksin, seçil oflayıp poflasın ilk dakikada, güneş bir şeyler anlatsın bık bık, nilüfer yüzmeye çağırsın yine, uğur konser bileti ikram etsin en beklenmedik anda, sinem kolumdan tutup bilmediğim/görmediğim ortamlara çekiversin beni tırnaklarıma nar çiçeği ojesinden sürüp, zeyneplerin evinde sabahlayalım yine, erbillerle tabu oynayalım, naje çimlerde yuvarlansın bu sefer, özlemin kıllığı geçmiş olsun, bir de bir çift göz olsun. baksın ve gülsün.

baksın ve gülsün.

Cumartesi, Mart 18, 2006

her an herrr annn

her anda yeni bir sınav. "bunu, bunu aştım, süperim, yerim ben beni!" derken tam, tam kutlamakla, kendine ve dünyaya gülmekle meşgulken kapın çalınıveriyor birden. "kim o?" demeye kalmadan tek kelimeyle yıkılıyor tüm "denge".

her anda yeni bir sınav. aştıkça aşasın geliyor neyse ki. kızmak, kırılmak artık. anda silişler, etkisini, izini yok edişler ve içinden çıkardığın anlamla hızlanarak devam edişler.

kendi içindeki kalıplarla savaşıyorsun unutma! en büyük kalıp da "o, bu, şu ne der?!". bu yüzden içinde sınırsızlaştığın her anda gardiyanlar belirecek "ge-çe-mez-sin!" diyen. onlara kızmadıkça, darılmadıkça, "nası ya?!" demedikçe, hatta şükretmeyi öğrendikçe yükseleceksin. bırak içindeki son tortular da onlardan yansısın suratına. bırak ve özgürleş artık. kimlikleri, beklentileri, isimleri, yüzleri sil. herkeste aynı ışığı gördükçe parlayacaksın. her anda özünü yaşadıkça bir olacaksın. destek arama boşuna dışarıda, dışarıdakilerin hepsi zaten içinde saklı!

Perşembe, Mart 16, 2006

ohh

rahatladım evet. yine olması gereken dengede, sevgide ve birdeyim. -kimilerine akıl almayacak uzaklıkta olsalar, benim için aldığım nefes kadar gerçekler-
dünün genel anlamdaki gazlığında elimde kalan kocaman bir sevgi yumağıydı :) sevgi yumuşu, sarım sarım, pamuk pamuk :) pek bir çoşkulu, pek bir bütün. anda tüm hayata yansıyan cinsten. yıkayan, parlatan, arıtan. kendi kendime, bir cümle, bir resim, bir işaret olmaksızın, yaratıp içime çektiğim ilk birlik deneyimi belki de. okurken kapılmak, zaten yanımdalarken uzanıp almak daha kolaydı, bu sefer kendim onların yanına çıktım. karanlıkların üstüne basıp umutsuzluğu, beklentileri ezip geçip.

uzanıp alamayacak kadar yorgun ve bezgindim. bir de kırgın. ufak ufaklar birleşip kocaman oldular ve tüm benliğimi tıkadılar. ruhaçıcı döktüm biraz enerji deliğimden dün gece. bir nefeste sevgi çektim, bir nefeste sevgi yaydım. uyuyamadım ama çalıştım. ve yükseldim biliyorum.

yurt hayatında yere düşünce bir şeyler hemencecik siliveriyorum o anı zihnimde. hijyen ihtiyacını ancak böyle dengeleyebiliyorum. aynı şeyi günlük kırıcı olaylarda da yapmaya karar verdim. o anı o anda silip üzerimden çekip atmaya karar verdim. oysa eski sezen anda içinden gelen bir tepki varsa hiç tutmazdı, ortada bir sorun varsa hemen söyler kurtulurdu yükünden. şimdi hem diğer parçaların deneyimlerine müdaheleyi engellemeyi, hem de yükü anda silerek kendimi hafifletmeyi planlıyorum. ezik, kişiliksiz gelirdi sessiz kalanlar, komik :)

her şey o kadar yeni ki. tüm bu bakışaçısı, hayatın işleyişini her zamankinden farklı ele alışım, içselleştirişim ve geri yansıtışım. her adımda farklı. "sil baştan" larıma şaşıran, her an ağzımda "değişiyorum, ne kadar farklıyım" duyanlara olağan geliyor belki tüm bunlar. ama hayatımı değişim üzerine kurdum ben, her anda kendimi gözlemeye ve en ufak farkı oluştuğu anda fark edip sürdürmeye ya da geri döndürmeye.

her şey o kadar yeni ki. mantık işlemiyor burada. kendimi ikna edecek, en kapsamlı tanımları oluşturup herkese açıklayabilecek halde değilim. yeni bir çoşku var içimde, önümde belli belirsiz oluşan o parlak altın yolda yürüyorum kırmızı pabuçlarımla. bir nefes nefeselik, bir anda var olmalıktır gidiyor. -her an anda kalmak henüz ulaşılmış bir nokta da olmasa da, amaç hep benden önce orada-

bugünü mucizevi kılmaya devam etmeli şimdi. hayatın çağrısına koşalı ve kucaklaşmalı onunla.

sevgi hemen burada, iki göğüs aramdaki o pembe ışıkta.

Perşembe, Mart 09, 2006

nereden nereye

"Pazartesi, Haziran 7

süzülüyorum ruhumun jöle kıvamı karmaşasında. kelimelerde yaşıyorum yine, koşuyorum birinden diğerine. anlamlar birbirine giriyor, renklerle şekiller karışıyor. iç içe hepsi, kocaman bir top misali yuvarlanıyor, oraya buraya çarpıyor. dalgalanıyor yeniler, üstünden atladığım küçük hedefler. güzel projeler, taze heyecanlar ve yoğun bir yaratma arzusu...
[-][-][-][-][-]
tüm bunlar bir yana keşkeler var üzerimde son bir saattir, uğramazlardı pek, hangi rüzgarla savruldular zihin labirentime. kapıyı açınca uzun zamandır görmediğim yapışkan bir akrabam misali sarılıverdiler bana. insan gelmeden bir telefon açar değil mi!?
[-][-][-][-][-]
korunma kalkanları peşinde herkes, çıplaklık yasak. olduğu gibi görünmek, özgür kalmak, bağlarını koparmak, ayakta ve güçlü durmak tabu tüm gözlerde. eleştiri bombardımanlarından kaçarken anlamsızlıktan boğulan, kendine dokunamadan başkalarına yamanan, hissetmeyi, duymayı, sevmeyi unutan insanlar. büyük amaçları uğruna büyük fedakarlıklarda benliklerini çürüten, var olmayı var etmekle eş tutan, ben'lere mahkum ben'sizler onlar. varlar, çoklar ve siyahlar. daylight. ışık girsin içeri. kapılar, camlar, kafalar açılsın. nefeslerde duranlar gökyüzünde koşsun, artık durmasın dünya, dönsün, dönsün!
[-][-][-][-][-]
sonsuzluk kadar uzun geliyor bazen şu tünel bana. hani önümde uzanan, beni ışığa bağlayan. git, git, git, nereye kadar?! bazense "yolun sonu" ürkütüyor beni. her şeyin sonu olmalı mı ki, hep gitsek, hiç varmasak? başlasak ve hep yapsak? son hayalleriyle koşunca büyüyü, sevgiyi kaçıracağız sanki. önemli olan yolculuk, önemli olan labirent, kapının ardındaki değil. hem değişimi daim kılmaz mı bu? hiçbir yere varmazsak, sonsuz ihtimalle dönüşmez miyiz? kapılar belirsizse, arayışla zenginleşmez miyiz?
[-][-][-][-][-]
deli dolu koşuyorum işte yine, dışarıda güneş, içeride ben. :) gölgeler var her yerde, haykırıyorlar yüzüme, kaybedeceksin, vazgeç, geri dön diye. pes et artık, dur da çığlıklarda boğul, çıkışın önü kapalı, istesen de istemesen de, buradasın, kısırdöngüde! --duyuyorum evet, hepinizi duyuyorum, korkuyla beslenen, sevgisizlik isteyen, huzuru zehirleyen o çelimsiz vücutlarınızı görüyorum. ama üzgünüm hiç niyetim yok kanmaya, aldanmaya. farkındayım ve biliyorum: ben varım, siz yoksunuz."

bir 2004 hatırası kaptım geldim kendime. kelimelerime, imajlarıma, noktalarıma, virgüllerime şaştım kaldım. bu böö bir günde kendime şükür 2-3 sağlam nefes aldım. parmağımda pembeler, zihnimde gölgeler, arınmanın yolunu unuttum, arıyorum. bir yandan da geçmiş benlerini düşünüp seviniyorum. uzun zaman sonra ilk defa zorlukları ve düşüşleri değil, ayağa kalktığım, belimi doğrulttuğum anları görüyorum. "hata yaptım, ama öğrendim" neyse ki leri değil, gerçek ışık hüzmeleri bunlar. kendini yeniden programlamanın, sil baştan ın, risk almanın ve yaratmanın en canlı örnekleri. biraz parlatmak gerekiyormuş sadece.

-----

sana yansıyanları geri yansıtma hevesindesin demek. aklından gözyaşları geçirmeyi, hayata/insanlara küsmeyi özlüyorsun demek. hm hm. artık daha çok sevgi var şu an belli etmese de, çünkü geçiciliğinin altını en kalın kalemlerimle çiziyorum tüm bu sıkıntıların. gerçek değil, yanılgı hepsi. aldanış, öyle sanış. eğer gerçekten olmadığına inanırsam uçup gidecek toz bulutları.

-----

özüne tutun sıkı sıkı, tek rehberin, her daim garantin ve hep bağIMlılıktan uzak ilişkide bulunabildiğin tek gerçeğin. sarıl ona, sana senden daha yakına. tanrı, bir, sistem adını ne koyarsan koy. beraber yarat, beraber ol. ayrıntılara takıldıkça küçülen dünyan nefes aldıkça bütüne varsın. bıraksın, kaysın, aksın. tüm boşluklara yayılsın tırnakların pembesi, sarsın, sarmalasın. gözyaşları sevgiye, yuvaya, birliğe aksın. mutluluk olsun hep, çelmeler/çekmeler/itmeler aydınlıkta sevmelere bıraksın kendini.

-----

gücünü eline al. hemen pısıp kaçma yahu geri! yaptın işte, yine yaparsın, hiç yapmadığını, hiç olmadığını, hep istediğini. bir anda yükselmeler değil, anda sabitlikler bul artık. "bana ne" ler, "canım öyle istiyor da ondan" lar, "enerjim kalmadı, tüketiyorlar beni" ler işlemiyor artık, yetmiyor karanlığa dokunmaya. "cıss!" derken omuriliğin bilincin istediği kadar acı çekmek, kendini acındırmak, sevgi dilenmek istesin. değişmiyor işte, kendi içinde bozup yeniden kurmadığın sürece.

Çarşamba, Mart 08, 2006

mızmızzımzım

20. yaş. bitti gitti.
ilk saatlerinden itibaren kalbime çöken ağırlık, o dışa vurulmak istenen, ama son anda içe geri çekilen ağır duman bulutu. tam dağıldı gibi olurken yine saran o eli kolu ağzı bağlılık.
sebebini ifadeye gücüm yetmiyor, elim gitmiyor. var bir şeyler. ağır. egoyu beslemeyelim, zaaflardan zevk almayalım, kolaydan kaçınalım, öze varalım. derken sıkıntının büyümesi.

sıkıntının özüne inip kendimdeki nedenlerini iptal etmeli. çözüm bu evet. biliyorum. ama fırsat,vakit, istek, azim eksik. halbuki bir kussam geçer :(

uğraş dur günleri.
hep bir şeylerin az, kısa, yetersiz gelişi.

ben şarkı söylemek istiyorum. benim konserim geldi bir de. hem sonra ne kadar oldu arbys e gitmeyeli? kot giymedim bir kaç zamandır. sonra yüzmeye gitmek lazım. sonra "sınırları aşmak" nın son günü yarın. calculus ve fizik çalışmak istiyorum geniş zamanlarda. bir de mektup yazmak istiyorum artık mümkünse. yeni defter aldım, ona da başlayamadım daha. kızıl kıvırcık ıma cevap yazmalıyım daha.

-biri çizim ödevimi yapabilir mi?-

-niye hep zört diye 20.00 yi gösteriyor saatler, arada ne oluyor da kaçırıyorum. hadi önceleri topluluklar yiyip bitiriyordu. e şimdi nereye kaçıyor o kayıp saatler?-

-mızmız oldum yine ben..

Cuma, Mart 03, 2006

hoho bir gün bugün

bugün güzel bir gün.
ben film seyrettim ondan.
ben kalbim açık gezmeyi öğreniyorum ondan.
ben tüm derslerime gittim bugün ondan.
ben kızılkıvırcık ımla zıpır oldum bugün ondan.
ben odaya yeni gelen kızla ilk tanışan oldum ondan.
ben bu resmi buldum bugün ondan.
ben buzdolabı parasını sonunda yatırdım bugün ondan.
ben annemle konuştum bugün ondan.
ben partiye gitmeyip evde oturdum bugün ondan (paramm bana kalırr :P).


ben nefes alıyorum ve dışarıda ağaçlar var ondan ;)

*bir de bana cd gelecek yarın hohooo

Çarşamba, Mart 01, 2006

gücünü eline al

sözler..
kendime ve dışımdaki herkese.tutamadıkça ağırlaşan ve yakan yaralar açan.
kelimeler var bir de.
paslaşıyorum devamlı.
atıp tutuyorum.
dönüp de kendine bakınca insan.anlıyor ki boşuna.
kendi içinde oluşmadıkça o güzel denge, faydası yok kiminle ne kadar koştuğunun.
devamlı bir isyan, devamlı bir öfke bu hayat.
şimdiye kadar anladığım, tanımladığım anlamıyla hayat.
yıllar sonra yeni yeni fark ediyorum, bendeki asıl eksiği.değiştirmeye geldim ben, "düzelt"meye deyip durdum hep.
yeni yeni netleşiyor asıl sorun.
güvenin, sevginin, huzurun iki yüzlü anlamları, kendini kandırmanın tanımı yeni yeni ortaya çıkıyor.
gücünü eline al.
----------------------------------
en yakınına bile uzanıp dokunamadığın, her anında seninle nefes alana bile iki adımdan fazla yaklaşamadığın bir yerde, kafan hep kendini eleştirmekte, çekiştirmekte.
düzlüğe çıkmak?
tam da yolumu seçtim, rayına oturuyor her şey derken arkada sırayı bozuyor itişip kakışanlar.
daha yeni oturmuştunuz?
tüm olası sonuçları, benden talep edeceği tüm çabaları, gerektireceği tüm -sözde- özverileri kabul ettim sanarken çıkıyor dipte bile denmeyecek yüzey sorunları.
nerede tevekkül?
aslında ne kadar korku kirletmiş beni, ne kadar çok endişe var her anımda, bir de duruyorum diyorum orada burada.
ne durması???
durmak durağanlıkla özdeştir, oysa bu geriye doğru bir devinim. durduğun yerde zorlaştırmak işleri. durdukça geri devinmek.
nerede zaman?
devamlı bir talep, devamlı bir beklenti, en şükür insanı halimde bile ona, buna, kendime, hayata yüklediğim anlamlar.
bir baksan?
hayatımı endekslediğim, seçimlerimi yaparken kriter kabul ettiğim o renkli kağıtlar yatıyor yolumda boylu boyunca.
nereye koşuyorum?
benim sayıp sevdiğim, adını sezen koyduğum ne varsa, yarın kuş olup uçacak diyebilmeliyim her anda.
bağlı(mı)lar?
anda omurilik kararları vererek "iç sesi"mi dinliyorum. dönüp de aynaya bakınca da gördüklerime şaşıyorum.
kandırma artık!
çalışmalı, onu, bunu kafamda planlayıp sürekli notlar alarak değil. paniksiz, içten ve sabırlı düşünürek.


düşünerek!

-yazdıklarımın tam buraya aktaracakken silindiğini sanmak ve sonra silmeden hemen önce kopyalayabildiğimi fark etmek.
ne çok anlam!-

Perşembe, Şubat 23, 2006

sevgi vardı :)

kocaman bir huzur ve sevgi yumağının ardından gelen duvara çarpış. içimde bir şeyler kırıldı ama bunun sebebini anlamak zorunda olduğumu hatırlatmaya kasıyorum kendime. ayrıntılara ve dışarıdan görünenlere takılma, yukarılara çık demek istiyorum bir yandan. diğer yandan da bunu denemek için beklediğim onca zamana bakıyorum ve sadece bahaneymiş diyorum. beklememe bir bahaneymiş demek. beklemiş olmak için beklemek.

umarım bu ileriye doğru bir teşvik olur benim için. bu öğrenme ve ilerleme aşkı körelmez, aksine körüklenerek artar.

sevinemedim doğru dürüst öğrendiklerime, gördüklerime. kendimi uzaylı, apayrı bir canlı gibi hissediverdim birden. dahil olmak isterken kapı dışarı edilmek. gerçi benim gözümde bu anlama geliyorlar sadece. ben böyle yorumluyorum. ama beklemiyordum.

"küçük küçük ve bir sürü. sevgiyle sabrın sınanacak. buna değmez, kendimi boşuna tüketiyorum dedirtecek bir sürü deneyim yaşayacaksın. üst üste. yargılama, sevgide ve dengede kal. değişimlerinin etkisiyle düzeninin değişeceğinden endişe etme. teslimiyet ve tevekkül.."

ve daha bir sürü şey. hepsi kafamda uçuşuyor yine. ve hayal kırıklıkları dağılıyor yavaş yavaş. bir şeyler eksik demek ki ve vakit kaybetmeden tamamlamaya odaklanmalı.

dilde temizlik ilk adım. ve pembe tüylü bir defter alacağım kendime. planlar büyük, zaman verimli kullanılmalı.

oluyor.

Çarşamba, Şubat 22, 2006

hoho

geçen dönem ne yoksa geldi bu dönem. sorgusuz sualsiz dahil ediverdi beni içine bu yeni dünya. ankaralı olmak. oldum yahu, deli gibi hem de.

istanbulla bağların zayıflamasından kaynaklanıyor bu aslında, bakma farkındayım sebebinin. ne kadar orayla ipleri koparıp gelirsem, o kadar buraya odaklanıyorum. bir de bir ay boyunca orayı sömürmenin ve tam da bıkmışken ayrılmanın getirdiği bir ferahlama var. önceki iki postun içeriğini oluşturan kaynakla ilgili tüm veriler de geçerliliğini koruyor zaten. küllenmeye başlayacak yakında ve ben de üzerinde çalışabileceğim umarım.

mutlu uyandım bugün. hep kafamda bir dolu işle uyandıktan sonra iyi geldi. arada gerekiyor böyle molalar tabii :)

Pazartesi, Şubat 06, 2006

challenge

yepyeni sınavlarla dolu gelecek günler. hayal bile edemiyorum şu an. aklım almıyor nasıl olacak da olacak. geçmiş deneyimler de aksi gibi hiç elimden tutmuyor. en güvendiğim destekse sırtımdan yaraladı beni. belki benim anlayışsızlığımdan, belki yanlış zamanda yanlış sözleri söylememden. sebebini hala anlamadım. ama acısı taze, geçmek bilmiyor. uzak ara ilişkiler zaten yeterince zor, en ufak bir darbe onarılmaz hasarlara yol açıyor.
karmaşık bir konu bu. 19 yıldır arıyorum çözümü. sadece sevgi neden yetmiyor ki? "yeterince saf değil demek ki" demekle sonuca/çözğme varılsa keşke.

bir bakışıyla yerle bir edince seni o en vazgeçilmez, aklına getirmekten bile kaçınırsın artık. büyüdükçe kolaylaşacak sanmıştım. belki en diptekiler su yüzüne çıktığındandır tüm bunlar, en kirlileri temizlemek gerektiğindendir. üzülmemek elde değil. biriktirmemek gerek, bir daha anladım bunu. bir anda patlayınca durduramıyorsun artık: "Eahh yeterin beaa!"

Söylememiş olmayı ister miyim hala emin değilim. Anladım ki her şeyin kaynağında o yatıyor. Orayı düzeltmeden sadece geçici çözümler bulunuyor. Tekrar yanına dönünce derma çatma çadırlar yıkılıveriyor.

Çözülse artık şu düğümler, en güzel sevgileri kirletmesek?

Pazar, Ocak 29, 2006

ah

O kadar kolay ki şu an çekip gitmek. Hepsini bırakmak, uzaklaşmak.

Suratına tüküren insanlara gülümsemek. Her ne olduysa silmek, her türlü gurur barajını yıkmak. Öğrenmem gereken en büyük ders bu sanırım. Çünkü hayatımın her alanında, hatta her anında durmadan karşıma çıkan hep aynı deneyim. O ağır balyozların kafama inişi ve hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam etmem. Hayatımın kaçınılmaz döngüsü. Over and over and over again.

Giderek kolaylaşır sanıyor insan. Bir kere, iki kere. Üçüncü de daha az acır canın? Hiç de bile. Her seferinde nerede, niye yaşadığımı unutup tekrar şaşırıyorum. Belki kendimi tetikte, uyanık tutma hayallerime hizmet ediyor bu tekerrür hali. Ama o kadar tarafsız olamıyorum bu etki-tepki çökertmelerine. Aynı körlükle ?Ama niye?!? ler sayıklıyorum. İntikam planlarına artık derinlemesine dalmadan kurtarıyorum paçayı belki. Ama bu işimin kolaylaştığı anlamına gelmiyor.

Geçen seneden de sonra, uzaklaşarak ufukta kayboluyor artık debelenme, inkar, ?ne yöne baksam aynı kabus? halleri. Artık 10 dakikada felaket zincirleri çözülüp hayat rayına sokuluyor. Keşke hayat rayına girerken anlam da kazansa. Ve o anlam eski kırık döküklerin arasında kale gibi yükselse önümde. Henüz o kadar ilerleyemedim sanırım bu oyunda. Düş, kalk, düş, kalk, düş ve yine kalk. Bazen uzun uzun anlatıp dökmek istiyorum bu birikenleri. ?Ben şunları yaşadım ama sonra şunları yaptım ve şıp diye düzeldi her şey. Hiçbir şey olmamış gibi :).? öyküleri yazmak istiyorum. Anlatayım ve dinleyen herkes alkışlasın.

Buradan ikinci büyük derse geliyoruz işte. Onaylanma arzusu, işe yarama/takdir edilme/ödüllendirilme ihtiyacı. Apayrı bir serüven, hiç bitmeyen bir çaba. Giderek kendini tüketen bir gölge-sezen. Bu birinciden de zor yahu. Nerede başlayıp nerede bittiğini anlayana kadar yere yığılıveriyorsun. Daha sinsi. Daha derinde.

Kendimi önce gurura yaslamışsam, ikinci dayanağım emek karşılığı almak olmalı. İkisi aynı anda çökerse hele, ?Arkana bakmadan kaç!? alarmı aktivite oluveriyor. Tam anlamıyla bir kısa devre. Öğreniyoruz. Yavaş yavaş.

Cumartesi, Ocak 21, 2006

ben geldim olm -vurgu "ben"de-

This time I'm serious. I will definitely begin and finish. I'm not a quiter anymore. - starting from now on :) - *

Ne zaman bilgisayarın başına geçsem ve ilk kelimeler beynimden ellerime dökülmeye başlasa, ingilizce bir şeyler saçmaladığımı fark ediyorum. - Yazmaya başlamamla ne yazdığımı idrak etmem arası biraz uzun sürebiliyor bazen, iki cümle kadar. Ama bugün 3. saçma cümlemi de yazdım. Döngünün kırıldığının işareti olduğunu umarak devam ediyorum.-

Uzun ve boşşş bir aradan sonra yine düşünce kırıntıları canlandı zihnimde. Bu seneki hayatımda bir hafta oldukça uzun bir süre. "Abartma yahu" demeyin yani. Boşluğun yoğunluğuna göre algıladığınız zaman aralığı uzayıp kısalabiliyor. Yani hem uzundu, hem de çoook bir boştu.

Peki ben bu boşluğu nelerle ilişkilendirdim? Sebep-sonuç ilişkisi kurmak gerekirse, nelerle bağlayabilirim?
Biraz zamanda geri gitmeli önce, şöyle ki: 3 Ocak Salı günü başladı her şey. Belki de "bitti" demeliydim. 2.5 hafta süren o beyin kemiren, iç karartan, öğürten-ağlatan kasış döneminin son ve artık sayısal verilerle de onaylanmış çöküş noktasıydı. - Halk arasında "sıçışın allahı" da denir.- Ve bilindik sezen halleri başlığı altında toplanmaya uygun bir etki-tepki doğallığında gerçekleşen "baskı ve kendini zorlama son raddesine geldiği ve sıçışın başladığını hissettiğin anda kendine karşı duyduğun nefreti herkese yayarak hafifletmeye çalış" süreci en patlayıcı dönemini yaşamaktaydı. Haftalardır uzaklarda olan kızıl kıvırcık ı görme, aileye/eve (=rahata) kavuşma anına varışımı müjdelemesi pek bir anlam taşımıyordu zaten. De.. "Madem planladık, madem "kendini yiyip bitirme süreci" başlamadan önce özlemle beklenen olaylardı bunlar, e o zaman yapalım yahu, yorgunluğumdandır kesin bu hissizlik. Evet, evet!" ruhayeti içinde anlam kazanmasına uğraştım sadece. Karanlıkta yolculuk etmeyi zaten sevmem, iyice sevemedim. Mektup yazmaya kalktım "e kussaydım bari" diyerek kalemi elimden bıraktım. Falan filan.

Kızıl kıvırcık zıpırlıkları, aileyle zaman geçirme, birkaç son gün insanı görmeye kasma ve birdenbire gelen "Yarın Antalya'ya gidiyorsun lem, haydi toparlan!" uyarısı. 6 Ocak 2006 gecesi ve ertesi günün ilk saatleri yusuf bir bavul toplama seansı hatırlatıyor bana şimdi. Arkasından gelen bir haftalık süreçse tahminen birinin beni dakikada 3 kez tokatlamasının getireceği bir afallamayla eşdeğer nitelikte bir etki bıraktı üzerimde. Her an, her şey yeniydi. Gördüklerimi kaydetmeye çalışan beynime yetişemeyen yorgun bir beden taşıdım. 4. gün iflas etti kendisi. Ve onu ayakta tutmak için ayrı bir çaba sarfetmem gerekti. 2000km yol yaptım daha önce en fazla 5 saat aynı havayı soluduğum insanlarla. Yan yanalığa aşina olmayışımı, yolculuk gibi her hale şahit olunan bir durum öncesi gerekli birikime sahip olmayışımı belirtmek tabii burada amaç. "Ay pek de sevmezdim kendilerini" türü bir burun kıvırma değil yoksa. Kendi ellerimle seçeceğim olası tüm ekiplerden kat kat x 3 kez daha iyiydiler. Hayallerin ötesinde bir biraraya gelişti.

Yazı giderek uzuyor ve asıl amacından uzaklaşıyor diye "Ne yaptık, ne ettik?" kısmını atlıyorum. Sadece İstanbul-Afyon Öğretmenevi-Wow Topkapı x 3-Kumluca Öğretmenevi-Aydın Öğretmenevi-İstanbul şeklinde az çok güzargah (aslen konaklama noktaları) belirten ana başlıklarla geçiyorum. Zaten anlatmam gerekseydi de, bunlar dışında sayacağım tüm ayrıntılar "Yoksa o değil miydi, ay bir şey daha yaptıydık ya o gün?" şeklinde yanıltıcı ifadelerle süslenecekti. Elinizde yine bu kadar bir şey kalacaktı.

Şimdi efem buraya kadarki upuzun anlatımdan çıkacak sonuç şu: Tepe sersemi oldum yahu!

Beden hastalığın, uzun yolların ve hijyen konusunda oldukça inişli-çıkışlı bir grafik segileyen gezi alanlarının toplamının izlerini üzerinden pek kolay atamadı. (Öncesinde yaşanan self-destruction diye tabir ettiğimiz ön yüklemeyi de hesaba kattınız umarım.)

*ingilizce dilini kullanabilme yeteneğim en son 4-9 eylül arası aktifti de. O açıdan baştan "saçma" diye damgalıyorum kendilerini.