Pazartesi, Ekim 23, 2006

kocaman mutlu sıfır

ben kocaman mutlu bir sıfırım. göbekli bir de. sekerek zıplayarak yürüyorum yollarda. tam bir çizgi film kahramanı. düşüyorum kalkıyorum ve paso sırıtıyorum.

kızıl kıvırcık a sevgilerimle -burnum akıyor deli gibi, nasıl kucaklayacağım ben o küçük tatlı şeyi?-

Cuma, Ekim 13, 2006

işimiz gücümüz var

pişmanlıklar ne çokmuş meğer. bu şehre gelirken bırakmışım hepsini geride, üstlerine kara kara örtüler örtmüşüm, kaybolmuşlar hayat taşırken ben.

ne kadar tek yönlü gördüm hayatı. herkes gibi, herkes kadar. ne fırsatlar kaçtı kim bilir, nelere kanalize olabilecekken ne aptal dertlerle harcadım enerjimi. annem hep dedi "önceliklerini belirle". ben de hep listeler yaptım, hep kendimle konuştum durdum. yazılar yazdım yüzleşmek için, kendimi anlattım sözcüklerle. ama beceremedim, dinleyemedim sözünü anne.

ilişkiler. sadece kendinden sorumlu olmak ne büyük özgürlük. kimsesiz, sessiz, yalnız olmak. sadece tanrı ve ben olsaydım hayatta, hep gülerdik beraber. hep şükrederdik sanki. tamam kapıda miyavlayan kedi, biliyorum, sen de, onlar da olmalı ki adına hayat diyelim bu oyunun. deneyim. sınav. her ne haltsa.

özür dilerim bilerek bilmeyerek kırdığım herkesten. içimdeki zayıflıklarla savaşırken sizin kafanıza fırlattıklarım için. komik ama ödeştik de aslında. sivriliklerimi giderek daha çok yontuyorum ve gelen parçalar daha az deliyor göğsümü. büyüyorum ben. yerimde saymıyorum umarım. biliyorum hala yavaşım. biliyorum hala eksiğim. ama oluyorum be. di mi?

söylenecek sözler adreslerine varamaz artık. "artık burada oturmuyor" lar çıkar karşıma. zaman gerçekten de aktı, her ne kadar ben sanki elimi uzattığımda değecekmişim sansam da size. aslında köprülerin altından çok sular aktı. ve ben hala eksik, hala arayan olarak varım burada. her sabah kalktığımda, her 3lü amfiden sinemadan çıktığımda, her günün ilk dersine adımımı atarken, her sınav dönemi çs de küfrederken şükretsem de tanrıya beni burada, sağlıklı ve mutlu kıldığı için, aslında içimde yine büyüyor pişmanlıklar. gerçi artık insanlarla değil kendimle sorunlarım. objektif bakabiliyorum ilişkilerime, çocukluk gözde büyütmelerini içermedikleri için.

"zehir gibi bir beyin" ha. hepsi kaçtı hepsi. tüm kişisel gelişim fırsatlarımı elimin tersiyle itiyorum ben. herkes bende potansiyel görüyor. ama sonrasında bir icraat yok. lise son hadi bir derece, ama burada geçmişsiz/kayıtsız halimle o potansiyeli bile gösteremiyorum artık. bir senedir yanımda olanlar biliyor da, ilk bakışta görülen parıltımı yitiriyorum giderek. hala gevezeliğimle şaşırtmayı başarıyorum. ama artık "bildik sezen" sandıklarım bırakıyor beni teker teker. kimler gidiyor, kimler kalıyor hiçbir fikrim yok. değişiyorum ama nasıl?

dağınık kelime dizileri. aklım hep 35 yerde birden olduğu için bu beceriksizlik. bir durup kendime gelsem artık. en son ne zaman kendimdeydim? hangi yüzyılda, hangi hayatımda? çünkü bu hayat hep bir gölge oyunu gibiydi. bana verilen her rolü oynadım. ezen oldum, ezilen oldum, hiçe sayan oldum, adam yerine koymayan oldum, haksızın yanındaydım, haksızken tek başımaydım. başaran oldum, başarısız oldum, sorana anlatan, sorup cevap alamayan, sırtlanıp taşınan, ite kaka yürüten oldum. herkesin sevdiği, kimsenin geçinemediği, nefretle beslenen, sevgi saçan oldum. "buyur bu taraftan" dedim, "bir siktir git defol" dedim. bir sürü bir şeyler dedim. ama hangilerini ben dedim? ne zaman bana denileni dedim?

uzun zamandır gece "yarın ... bir güne başlıyorum" dememiştim. bugün deneyeceğim umarım.

daha esnek günlere. -halbuki çok mutluydum bugün, nereden de çöktü bu hüzün?

Pazar, Ekim 08, 2006

süpperr

Nereden başlamak lazım bilemeden giriyorum konuya.
Kendime şaşıyorum öncelikle, iyi mi kötü mü bilemediğim düzenli, planlı, programlı halime.
Nasıl bir keskin uçlu, sabit fikirli duygu dünyasıdır bu?

Hayata amuda kalkıp bakmaktı sanki dün-bugün yaptığım. Kapıdan çıkarken duyulan o derin üşengeçliğin her seferinde böyle güzel sonlanması ne mutlu. Belki zihinde paso kaçış ihtimalleri sıralamamakta yatıyor işin sırrı.

Mutluyum olm, darısı başına.

Cuma, Ekim 06, 2006

Kolaycacık halloldu işler, içimde bir rahatlık, bir huzur. İlk sene bitti, azıcık kaldı dedim. Sonra yol da gördüğüm herkesle tanışmak istedim. Çok komik, sanki hepsini zaten tanıyormuşum gibi ya da ne bileyim, kenarda oturan çocuğa rahatlıkla "e hangi kitabı okuyorsun bakayım?" diyebilecekmişim gibi. Yani yine geldi, oturdu yanıma Polyanna. İnsanlığa inancım yitmişti bir ara. Dedikodu, arkadan dönen dolaplar yaralıyordu. Şimdiyse uçtu gitti hepsi. Hem ben rusça piyano notalarına sahip bir insanım. Masaya çizdiğim piyanoda nota çalışacağım. Süperim süper.
Hepimiz adam olalım. Kaçırdığımız fırsatlara değil, sahip olduklarımızla, yarının getireceği süperötesi şeylere odaklanalım e mi?

Yakında ÇS günleri başlayacak hedef kitlem. Ve ben artık kusmuk notu mu yazarım, beynimdeki kısa devrenin etkisiyle direk alev mi alırım, bilemiyorum. Ama yazmak istiyorum artık. Birkaç "istiyorum" la beraber tipik sezen ukteleri listemize ekleyelim bu maddeyi. 100 bininci kez.

Hayat güzel ama yeterince dolu değil dedi içimdeki ses hep bugün. Acayip bir herkesi kucaklama, içime içime sokma, cicii diye okşama hali. Okulda yürümekten aşındırdım lan yolları. Oha. Bir danışmanlarımın ikisi de çok cici lan. -Evet iki danışmanım var!-

Tamam bitti dağılın.

Çarşamba, Ekim 04, 2006

en son

"En son ne zaman, nerede? Lütfen bana bir daha, sonra bir daha söyle."

Bugün saat 17 sularından itibaren ağlamaklıyım ben. Evet, itiraf ediyorum, bu kadar kolay pes edeceğimi sanmazdım, böyle mızmızlık edeceğimi, gardımı düşüreceğimi. Ama oluverdi. Ve o kadar aniydi ki, birden çöktü dünya. Hepimiz dizlerimiz üzerinde emeklemeye başladık. "İşte bu yer!"

Hala nerede olduğumdan bir haberim. Yine pek kahveliyim. Naji de kusuruma bakmasın, lab konularına da bakacak gibi değilim.

Hayat arabası bir çukura girdi. Sarsıntı sırasında anlaşılmıyor, tamponu vurduk mu, kolu incittik mi. Bir düzlüğe çıkayım, check-up yapacağım kendime.

Hayır hayır, gerçekçi ol. Hayat arabasının gündelik rutini olacak bu artık, belli belli. Uyum sağlamak değil bu, adatasyon değil. Kullanmak sadece, var olan gücü, var olan sevgiyi. Bırakma, tut. Zaman. Boşa akan anların cezasını çekiyorum uykuya dalmadan hemen önce. Saat yine 05.30 u gösterirken güneşin doğma çabalarına son tanıklık. Gecenin karanlığında klavye tıkırtıları. Beynimin gittikçe uyuşan, kararan o aydınlık yarısı.

Yazmayı bıraktım diye tüm bu kaybolmuşluk, sıfatsızlık, öznesizlik. Zamanı gelince, açılacak o tıkanan borular. Ya da darbeyle başıma geçeceğim kendimin.

"Havada seni kokluyorum bu ara. Her köşe başında gölgene basıyorum. Yine ziyaretlerdesin, oben. Adını ilk kez andım aylar sonra. Duydun mu beni? Çok belli belirsizdi, emin olamadım. Yarın aynı köşede buluşalım, ama elimden tut bu sefer ne olur, yarın zorlu ve uzun bir gün. Deli danalar gibi koşturmak istemiyorum."