Pazar, Eylül 21, 2008

en son ne zaman"yazdığını" unutmak

Unutmuşum unutmasına ama baktım da bir eskilere o kadar da fena değilmiş canım.

------

Nefretler, öfkeler birikmiş içimde meğer bunca zaman da yaşanmadıklarından unutuvermişim nasıl hisler olduklarını. 3 ayda bir sesi yükselen insanken bir ayda olmadık olay, kalp kırmayan insan kalmadı birden.

Büyülü bir bağ kuruldu bu hengamenin içinde. 8 sene farkla benzer hayatlara doğduğum, kanımdan canımdan olana, ilk kez içindeki gerçeği görmek için bakınca oldu hem de. Şükürler olsun. -"işte yine başladı, bir şükürdür gidiyor, bir kere de küfrettiğini görelim ulan kıçı kırık polyanna?!" tepkisi veren var mı :) -

Son 5 yazıda da, bundan 3 sene önce kapanan defterleri özetleyen son hikayelerimde de fark edilenlerin özü aynı. Kısaca derdimi de, dermanımı da bileli 23 sene oluyor olabilir muhtemelen :)

Hep fark eden, hep çözümleyen ama hiç eyleme geçmeyen olarak yaşamaya bir müddet daha devam etmişiz. Bunu yine fark etmek, çözümünü hatırlayıp henüz hayata geçirmemiş olmaktan muzdaribiz hala.

Çözülür efem, çözülür.

-------

Seven gözler çoğalıyor etrafımda. Ordu gibi gezebilen hallere geldik. Yüzümü az düşmüş görünce kendi içinde gerilenler türedi. Biraz kendimi kapatmaya çalışsam, oramı buramı mıncırıp morartanlar çullanıyor üstüme. Her ne kadar görmekten kaçmakta inat etsem de, hayat daha kolay, destek daha çok ve izin verirsem her anda. Bunalacak konu/zaman/mekan bulmak giderek daha güçleşiyor :) Direnmeyi bitirdiğin anda kat kat, pat pat açılıyor önünde hayat.

Hayatı ciddiye almayı, kendini yargılayıp eleştirmeyi bir bırak da nefes al olur mu :)

Bunda yetersiz, şunda eksik, buradaysa aptalsın demeden bir dur nefes al bakalım nasıl oluyor?

-------

Dün yine sayısız şekilde kendimi ona buna müdahale eder buldum. dexter'ımsı tepkiler vermeme neden oldu bu an. İçimdeki canavar hortluyor edebiyatına dönüveriyor iş bir anda. Canavardan çok bıdı bıdıcı teyze demek daha doğru. Ama etkisi ve korkunçluğu daha az değil. Can alsa iyi, ömür karartıyor böylesi. -derken yine kendini yargılayıp eleştirme batağına mı daldım yoksa, hmm-

-------

Son 3 postta başladığım hayaller kurma eylemi son bir ayımda kuş olup uçtu. Bırak hayal kurmayı, yolda yürümeye korkar oldum. Bir çaresizlik, güçsüzlük çölünde kana kana tutulacak el/dayanılacak omuz içmek isteğiyle süründüm. Ama toparlıyorum. Öfke ve nefreti geldiği yere göndermeksizin tümden saklandığı yerden çıkarabildiğim anda daha stabil hallerde yeniden karşılaşacağız.

-------

Yazma aralıklarım yine de sene başına göre daha sık. Demek ki önceki postların sözünü verdiği yaratıcı aktiflik umutları biraz daha gerçekçileşebilir.

Cumartesi, Ağustos 16, 2008

garip diyordum ya hani yıllar önce. tanımlayamadığım her şeyin adıydı.
yazlık sefası benzeri bir beyin mıncıklanmasındayım şimdi. burada, 3 gündür tanıdığım güleryüzlü insanlarlayım. son final öncesi son gecede. stresten çok baygınlık içeren, bitse de gitsek'in hat safhada yaşandığı bu anda ben avrupa'ya gitme hayalleri kuruyorum.

beni tanımayan hedef kitlesi mensuplarına açıklamak gerekirse: ben pek gidip görme hayalleri kurmam, kurmazdım. param yok, bıdım yok, kim bilir ne zaman olar ki?!, işe girdikten sonraki ilk yıllık iznimde falan? larla yaşadım yıllarca. kim sorsa en büyük hayalimdi, ama hiç hayalini kurmamıştım ki. iznim yoktu gerçekleşemeyecek bir şey istemeye. bırak avrupa'yı karadeniz turu olsa yeterdi. ya da çantamı sırtıma alıp 2-3 bilmediğim sokaklarda gezsem de olurdu. birkaç sevdicekle mesela.

kıssadan hisse:

artık hayal kuruyorum ben.
tüm yasaklarımı, sınırlarımı, tabularımı delme zamanındayım.
geçmişte beni beslemiş tüm acılar kabuk kabuk soyulurken
alttan çıkan yeni sezen'in heyecanındayım.

-yazılarıma düzen ve kimlik kazandırmak da artık kurduğum hayallerden biri. ağzımın kenarında büyüyen ve hep patlamaya mahkum sakız balonları gibi değil bu sefer. deyim yerindeyse, gerçek ve elle tutulur hayaller.

ps: biri bana şu adamdan alsın

--> http://www.todaysbigthing.com/2008/06/23

Pazar, Ağustos 10, 2008

hem de ne biçim!

sanki ilk defa hayaller kuruyor gibiyim. ilk kez bu kadar hür, ilk kez bu kadar cesur.

hayatta hiç bu kadar ve üst üste korkmadığım için biliyorum. korktukça bitiriyor, bitirdikçe havalanıyorum.

sadece hislerde kalmayıp eylemlere dökülmesi için her şeyi yapmaya hazırım. artık gerçekten, hesapsız ve kitapsız hazırım. gelecek her neyse, ne zamansa, nasılsa. hepsine.

soyun-sana

kılıf kılıf üstüne giydirilmişken sıkı sıkı
bir baktım bilekleri sıkmış, iz bırakmış

nefes nefes içime çekerken hayatı
bir baktım burnum yüzümden kopmuş, düşmüş

parçalar birleşiyor şimdi
ben tümleşiyor şimdi

yıllardır beklenen, gerçekten isteniyor şimdi

şükürler olsun :)

gönderi yarat

ilk kez bu kadar yakınım sınırsızlığa
görmeye ve duymaya
ilk kez kapının eşiğinde parlıyor ışık
bir sonraki adımda içeride olacağım
biliyorum
o yeni dünyada
benken benimle
yalnız ama tam
birileriyle bir şeylere anlam kazanmadan
çıplak ve gerçek
ve farkında
kendinin, yüzünün, resminin, bütünün

ilk kez bürünmeden olacağım
ilk kez düşünmeden koşacağım
ilk kez gerçekten istediğim gibi, hatırladığım gibi olacağım

ilk kez beklemeyi bıraktım, var etmeye koşuyorum
şükürler olsun :)

ilk adımın ayakkabısı aldım bugün :) -sembolik bir başlangıç mı dediniz?

Çarşamba, Temmuz 16, 2008

bir/kaç? karar

Kendi hayatına odaklanmak neymiş, bol örnekli, resimli bir ders kitabı olarak önüme kondu. Okumaktayım.

Ertelemeyi her anıma, her alanıma bulaştırmaktan feci bıktım. Bu kendimle yapışık varsaydığım asalaktan temelli kurtulmak nyetindeyim.

Yaratmayı nefes almak sanarken, yıllara uzanan kelimesizlikler içinde daha fazla boğulmayacağım. Gerçekten anlatacaklarım, görmek ve göstermek istediklerim var. Daha fazla yapılanları izleyen ve keşkeleri ardı ardına sıralayan olmak istemiyorum. Hayat yaşarmış gibi yapmayı bırakıp gerçekten adımın taşıdığı anlamları -kelime anlamı değil kastım, kendi kendime koyduğum tüm adlar ve anlamları- deneyimlemek istiyorum.

Kendimde var olanları tümüyle fark edip buna göre değişmek istiyorum.

"Best friend'ler üzerinden ilerliyorsun zaten sen hep" Tam işaret ettiği yerde oturmuyorum. Ama fark ettim ki bu beraber başlanıp beraber ilerlenmeyen her şeyden korkup kendimi geri çekmeme engel olmamış. Belki kişi odaklı gelişmiyor hayatım, ama kendime odaklı olmadığımı da bu yazının ilk cümlesinde de, bundan 2 ay önce de biliyordum. Şekilde değiştirdiklerim oldu. Ama hala kendi kendimin hızına varamadım. Dışarıdan medet ummalardayım. Kendi gelişimlerimi kendim başlattığım, sadece süreç içinde yardım aldığım verimli ve özgür anlara dönmeye kararlıyım.


Bir yerlere bunları yazabilmek için bile 3 hafta kıvranmış olmam bu andan itibaren kararlı olmamı engellemeyecek.

Odağından kaçma!

Cuma, Haziran 06, 2008

ANLADIM!

Sonunda. Sürüne sürüne içimi kazıdıktan ve kendimi sınayıp durduktan sonra. Fark ettim. Bas bas karşımda bağıranlara şükürler olsun :) Sabrınıza ve kararlılığınıza :)

Çarşamba, Haziran 04, 2008

böl ve yönet

Yok, yok, sadece kendini. Kendi içindekileri. Beraberken çoklar çünkü ve ağır. Böl ve yönet. En kolayı.

Düşünceler konvoyu bu aralar korkularda durmaya başladı. garip rüyalar var 2 gündür hayatımda.
Bilinçaltının derinliklerinden geliyorlar. İşaret edip geri kaçıyorlar. Temizlenecek yüzler, duygular, olaylar getirip bırakıyorlar.

Suçlamalar ve koca bir saygısızlık var hayatımda. Bilmem kaç gündür. "Vardı"lığa terfi etti, edecek. İlk kez bu kadar sert çarpan kapılar var. Camı açık bıraktığını bilsen de, bu kadar gürültü çıkaracağını tahmin edemediğin. Bilsen de, bir umut ihtimal vermediğin. Ama çıktı o gürültü işte. Ruhumda yankılanıyor daha bir süre. Neden o cam o dakika açıldı, neden o kapı o kadar "kapı"? Sorular var şifreli, şifresiz.

Yine bir final dönemi, yine kelimeler zihnimden özgür. İlk kez bu kadar rahat ve sıkışıksız geçiyor bu dönem. Buna rağmen bol yüzleşmeli, temizlikli.

Farkındalık yolunda yeni güçler açılıyor yine. Bir hızlanma, bir ivmelenme. Tüm karşı duran dış etkenlerin üzerinden atlayıp hedefine koşan bir hal var içimde. Açılıp aydınlığa kavuşanlar, kırılıp dökülenler var üzerimden. Kırmakta yardımcı çekiçler de koşarak çıktılar hayatımdan. Artık uyum, kararlılık ve güç var. Karşısında kendini geri yansıtacak, dürten aynalara gerek duymayan, sınırları devamlı zorlanmayan. Sonunda gerçekten alınmaya başlanacak nefesler var.

Ama henüz ayağıma batmaması gereken kırıkları toplamaktayım. Kapının gürültüsünde gümbürtüye giden camları temizlemek gerek. Kutlama edasıyla ve bol güleryüzle geçse de, içeride fark edilmeyen kırıkların büyümemesi gerek.

Üretim sevdaları yine büyüyor içimde. Bu sefer gerçekten doğacaklara gebe. Hayata göz kırpıp kendi içinde dönüp dolanan değil, odağı yaşamak olandım çünkü. Bunu başardığım zamanlardaydım. Şükür yaratanlara, mümkün kılanlara.

Şimdi sorumluluklarla yüzleşme zamanı. İsyan edecek kadar bile zorlu değil üstelik. Benimki şımarıklık, biraz ilgi arsızlığı, biraz da arada vurulunca duymamayı becerebildiğimi yeni keşfedişimin etkisi.

İmgeler dünyası, durdukça gelişeceksin biliyorum. Çünkü kaynaklarımı artık içimde biriken öfkelerden almıyorum. Baksana akan sadece şükürler oluyor artık. İçimde büyümeyen, benden akıp giden öfkelere şükürler olsun.

Öperim, öptüm. OH Be!!!

Çarşamba, Mayıs 21, 2008

geçen zaman ve bugünde ben

daha fazla yazmamazlıkla yaşayamayacağım an taşıyor işte içim yine. titreşim okudum ben. geçmiş enerjisi üzerime çullandı mı? evet! ama zaten bu ara bir geçmişi havalandırıp şükürlerle yerine geri koyma hallerinde değil miyim? bu da bir parça teşkil etsin o bütünde, ne olmuş. -diyerek kendimi kandırmak isterdim ama vaziyet bundan farklı: kendi hayatıma odaklanayım artık, kendimi yaşayayım ulan biraz da. işte tam da bu sorunsala işaret eden bir yoldan saptırıcı dahaymış bu meğerse. bakıp izleyip ona buna müdahale etmekle geçen günleri sonlandırma zamanının geldiğinin bir işareti dahaymış.-

sorun öncelikleri belirleyememek ve yumurtanın kapıya sıkıştığı an can havliyle acil meşguliyet seçimleri yapmak değilmiş ki. hayatı o yüzden ıskalıyorum, yaşadığım şehirle, kendimle, ideallerimle, dünyanın bir ton güzel ilginç bilgisi, birikimiyle bunca bağ kuramama bundanmış. o ego-benin yarattığı tadından yenmez bir aldatmacadan kaynaklanmış.

---------

kendini nereye kadar kelimelerin arasına saklayacaksın küçük sezen? ne zaman açılıp ışık çıkacak bu ardına saklandığın çalılıklar arasından? neden hala bu erteleme, bu acıyı uzatarak sakız etme ihtiyacın? yaşamaya odaklan dedik, ilerleme aşkını yitirdin. paylaş dedik, kendi hayatını unuttun. ama devamlı bir engel, devamlı bir eksik gedik arama sevdanı bir türlü yitiremedin. ne de sıkı tutunmuşsun meğer.

anda kalmak neydi bir hatırlasak? ilk anlamını keşfettiğin anlara döndün ne güzel. özgüllü zamanlar gördün hem de bir kuple. neler nasıl yaşanmış, fark edilmiş, hayata geçirilmiş tekrar hatırladın. arada kendince en saf, en temiz paylaşımlarını sana sunanlar da yakaladın. ama sen haklıydın. beraberlikleri yarım yamalak yaşayabileceğin onlardan km lerle ayrılmış zamanlarında, onlarla olduğun en yoğun geçmiş anlarının etkilerine boğmak kendini, yapacağın son şey olmalıydı zaten. bu bir şeylerin kaybedilmesine değil, anda kalmaya en büyük hizmeti edendi evet. beraberken, göz gözeyken ancak şimdiki benlerine dokunabilirdin zaten. yoksa "geçmişte benle olan içiniz şunları barındırıyordu, hatırlar mısınız mirim?" ler sadece bir kendini kandırmacaydı işte. bunu fark ettirenlere tekrar şükürler olmalı, olsun.

----------------

bilinç akışına vurulan ketler seni böyle katılaştıran. devamlı akışkan birilerine beni, seni anlatışlar bu kelimelerini ve seni başka diyarlara hapseden etki. yine eski devrik cümleleri ve sonsuz imgeleriyle mutlu kız olmamanın yegane sebebi işte bu yozlaşmaya 5 kaldı seyrindeki paylaşma "hırsın". fark et ve kabul et ki ilerlemenin yolları açılsın.

evrene iletme konusunda karşılıklı konuşmaların, çözülmelerin etkisini yadsımıyorum hayır. ama çevrene sunduğun hizmetin binde birini kendine hak görseydin durduğumuz yer bambaşka bir yer olurdu haksız mıyım? yılların altında ezildiğin yükleri ne kadar daha uzayabilir sorarım sana. "kendi halim vaktim öyle yerinde ki tüm enerjimi ihtiyacı olanlara adamalıyım"cı devasa egon biraz yumruk yemeli artık. önce kendin, önce kendi dengen, önce kendinden gizlediklerin çıkmalı. her gün 1 sayfa yazsan ya şu sol el zımbırtısını. ne kaybedersin bir anlasam? tamam metaforik bir soru oldu bu. ne anlaşılması gerektiği belli: ilk bu bilgilerle karşılaştığında içinde yükselen kontrolsüzlük ne de korkunç bir şey aman tanrımm çığlıkları. onların seni "bir yere kadar" ilerlemeye açığım evet moduna taşıyışı şu an etkilerini gördüğün.

şükür ki yine doludan boşanırcasına yağabiliyorsun sayfalara harflerle. ve dibine kadar farkındasın ki bu kelimeler sadece senin zihninde asıl anlamlarına ulaşabilir, dışarıdan bakışların deşifre edemeyeceği kadar yoğun ve şahsi bir anlatım bu. bunu kendine itiraf etmeyi başarmış olmanla kapayabilirsin bu yazıyı. çünkü yeniyi çağırman gerek bir an evvel. ve bu eskiye veda hali daha fazla melankolikleşmemeli.

Cuma, Nisan 25, 2008

arkası yarın

Arkası yarın değil, bir gün sonrasında geldi geçen yazının. Kendimi suçlayacak yeni kaynaklar çıkardım mı bitenler yerine? Evet! Bundan üç ay öncesine kadar ölçülemeyecek kadar daha keyifli, sıkışmışlıktan giderek arınan bir hayatımın var mı? E evet!!!

İşin komiği ne niyet/hedef koyduysam, neyi deneyimlemek istiyorsam onlar bu karşıma çıkanlar. Keyifle, paylaşarak ve tadını çıkararak geçen bir hayat. Ama biraz fazla mı rahat?

Öncelikleri “keyif alınacaklar” diye belirlemeyi 22 sene kadar erteleyince böyle bir fenomenle karşılaşıyor sanırım insan. Ha şimdiye kadarki model çok mu sorunsuz, çok mu rahat işleyen cinstendi de böyle suçlamalara daldım yine? Yoo, hatta tam tersine, bu daha mükemmele yakın bir modele temel oluşturuyor galiba. Ama işte kurulma aşamasında biraz fazla ağaç devirdim sanki yeni koruluğumda. Bir de deneysel işlere girmişim kendimce, önümde hani şu seneler sonra yeniden açılan kapılar. Yaşananlarla ilgili mantığın ezberi dakikada bir bozulurken, bugüne kadar bilinenler-yaşananlar-yaşanması gerektiği düşünülenler-kalıplar-tanımlar-modeller-kuramlar-sistemler silinip silinip kendimi tekrar akışa dahil etmelerle sonlanırken, bir de üstüne bu sorumluluk yerine getirmelerin yeniden kuruluşu var.

Sınav haftası ev işine dalmalar, ödevleri gece 3ten sonra yarım yamalak bitirmeler, msnde yine saatler ve saatler, ama “çs”de ikinci vizelerin eli kulağında başlayacağı dönemde hala bir varlık gösterememiş olmalar, buna rağmen gidip kütüphaneden sanatla, felsefeye, yaratıya dair kitaplar almalar, bir yandan absürd tiyatro araştırmalar, haftada üç dışarıda yemek yemeler, önceden planlanamayan sürpriz buluşma saat ve yerleri, çimlerde/çarşıda geçirilen vakitleri bırak, kütüphanede/fizik kantininde sık aralıklarla bulunabilme, bir günlüğüne İstanbul’a gidip gelme, günde 4 saat telefonla konuşup günde 5 saat nette karşılıklı çözümlemelerle vakit geçirme –itiraf: bu 3 senedir var olan bir realite, tamam kabul ediyorum-… Eskiden ne vardı peki? Sınavdan 7 gün önce eve kapanıp saatlerce film/dizi seyretmek, dışarı çıkmamak, insan görmemek, konserler/oyunlar/etkinlikler kaçırmak, çimlere 3 senede 3 kere yayılıp yatmalar, “buraya gelir misin”lere otomatik “bıdım var yavru, olmaz” cevapları, “çarşı”ya ayda bir erzak alışverişi için gitmeler, yemek yapmak için 20 dakika ayırmayıp eve ısmarlamalar, haftada bir günü istisnasız işe ayırmalar, üst üste sorumluluk alma isteği, her işe ucundan bulaşma/az buçuk yaratabilme umutları, anıtkabir’e bile gitmemişlik üşengeçlikleri –hala aoç ye gitmedim lannn- gibi uzayıp giden bir liste.

Sanırım kayıp üniversite yıllarımı sonlandırıp hele şükür yaşamak istediğim hayatı kurmaya başladım. Ama bu sırada ailemin üniversiteyi bitirebileceğimden ümidi kesmesi, ders çalışmanın benim üşengeçliğimden çıkıp nevrotik nedenlere bağlanmaya başlaması –açıklarsak: mantık diye bir şeyin kalmayışı ya da tam tersine her zamankinden daha fazla endişe üretmeye kaynak teşkil etmesi- sarsıcı yanlarını oluşturuyor işin. Ha ha! İşin bir ayrı garipliği de durup durup “Lan ben CV’ye yazılacak bir bok yapmıyorum kaç zamandır? Ne iş? Nolor?” derken yakalamam kendimi. Böyle bir cümle türünün literatürüme girdiğini bile “sorarken” fark ediyor olmam da ilginç.

Akıp giden düşünce zincirinin hayatla karşılaşarak kopması sebebiyle burada bitirelim bakalım bu post u. Ama: Bilinçaltı keşifleri ve yeniden yapılanma süreci sancılıdan çok keyifli, bir de artıları, eksileri okul ve dersler bazında önceden öngörülebilse hiçbir gerici unsur kalmayacak, diyerek bağlayabilirim hala.

Kalın sağlıcakla cici hedef kitlesi. –o kadar uzun zamandır yazmamışım ki, millet adresi unutmuş soruyor. Ayıp ayıp! Hani üretme yılıydı len 2008 hı?

Pazar, Nisan 20, 2008

yazma/kusma vakti

Yine dersler, ödevler arasında sıkıştığımdan mıdır nedir? Yaratım güdüm böyle sıkışık anlarda aktive oluyor işte. Yine beceriksiz geliyor her cümle. Yine kelimeler yabancı.
Berbat bir kendini yineleme hali bu. Ama bana düşen rutin yaratım süreci de buymuş demek deyip sahipleneceğim bugünlük. Boğazımdan mideme uzanan bir mayın hattı döşeniyor çünkü bugün. Müdahale şart. Ya kusulacak, ya kusulacak.

Yıllarca yabancı kalınan hallerim ortaya çıkıyor bir bir. Aslında başıma gelmesinden en çok korktuklarımla yüzleşiyorum belki de aylar, yıllar sonra. Bakılmaya kıyılamayan, anlatılmaya duyulamayan sevilen portresi karşımda. Aradaysa çapraşık yollar, bir türlü önünü göremeyen bir sezen. "Bir adam var hayatımda ve beni acayip mutlu ediyor" dememin üzerinden günler, saatler geçmeden çıkan arbedeler. Kendime yumruk sallayan kendimden köşe bucak kaçmaya çalışmaktayım. Ama her köşe başını tutuyor sağ olsun. Nasıl bir self-destruction sevdasıysa bu, ne zaman bir şeyler kolay ve sakin ilerleyecek olsa “böööeeaaa!” diyerek üzerime çullanan birileri çıkarıyorum. Evet doğru duydun, resmen kendi elimden, sesimden yansımalar yaratıyorum.

6 senedir uğraşıyorum. Düşünce gücüymüş, tanrısal yaratıymış, evrenin işleyişiymiş vs. Hayatımın bilinçli olan kısmının neredeyse tamamı buna harcamışken ben, şimdi sanki bir sınavdan geçiyorum. Yıllardır arzuladığım o yumuşak, şekerli duygular karşılıklı paylaşımlara dönüşmüşken, resmen tadından yenmez, yüzüme, gözüme ışık ve sevgi getiren şükür kaynaklarıyken birden bire elimi, kolumu bağlayan bir tutsaklık sürecini dönüşüverdi. Hem de geçmişin gölgeleriyle sulanıp dallandı, budaklandı. Resmen daha önce hiç öngörülmemiş bir alan ardına kadar açıldı ve ben sonsuza uzayan çölümsülerde önümü göremeden yolumu bulmaya zorlandım.

Dışarıdan bakabilmek hayata, hayatlara; soranlara söylemek, “bu bundan işte abla!”, ne kolaymış meğer. Kendi derdine derman olmak, kendi kargaşandan kendin çıkmak ne kasınçmış. Bunca zaman başkalarının hayatlarını, sorunlarını çözmeye odaklanan bu bünye, kendine yarattığı yeni hayatı dakikasında cehennem azabına çeviriverecekmiş meğer.

Bu ben değilim yine ve yeniden. Bu olmayı seçtiğim ben değil. Üst üste gelen bu saldırılar da bana değil. Kaybetme ve yalnızlık korkuları ne derinden, ne sinsice vururmuş meğer. Unutalı ve yüzleşmeyeli yıllar olmuş. Temizlemek için gecikmemek marifet. Neresinden tutsam elimde kalan, kaynağını tayin edemediğim siyah kıllı bir yaratık daha çıktı işte karşıma. Hodri meydan diyerek sırıtmakta. Dokununca etime batacak sanki, kan çıkacak ve tansiyonum düşüp yere yığılacağım gibi geliyor şu an. Küçücük bir karıncanın asimetrik gölgesi olduğunu anlayana kadar, biraz daha panik yapacağım galiba.

Fark etmek tek niyetim. Görüp bitirmek kökten.

Aslolan kaynağa ulaşıp defetmek tüm bu karanlığı içimden. En aydınlık zamanlarda bu kadar kişi odaklı sorunlarla karşılaşmak ne sağ gösterip sol vurmakta bir bilsen :(