Pazar, Aralık 30, 2007

ben varım ve oluyorum

kararlıyım ben artık. ve daha dengeliyim evet. hiç gitmeyecek sandığım geçmişin koca siyah kıllı eli kalktı üzerimden. göğsümün üstündeki ağırlıklar bitti gitti. her anda nefes alıyorum ve hayatla koca bir aşk yaşabiliyorum ben artık.

bağlılıklar bir bir incelip kopuyor günden güne. hayatta yapamam dediklerim bir bir oluyor. ne mi bunlar: kolundan, bacağından tutup tutup "ışığa" çektiğim insanları bıraktım ben. artık talep edene uzanıyor elim. ya da elim hep uzanmış halde ama tutup kavrayan değil artık. bu yüzden sadece uzanan ellerle temas halinde. herkesi özgür bırakıp sadece kendim olabilmek, ona buna üzülmek gibi devasa bir ego taşımayabilen, "sezen duysa ne kızar olm" lardan sıyrılmayı az çok hayata geçiren biri olabildim ben. oh oh.

mantıklı sezen olmayı yüzde 60 bıraktım ben artık. duydun mu ey hedef kitlesi! sarışın yeşil gözlü ve 1.80 boyunda bir sezen düşün. hah aynen o kadar alakasız bir durum bu eski benle kıyaslayınca. ama oluyor, gün geçtikçe daha çok alanına yayılıyor hayatımın. binlerce kez şükürler olsun. tanrıyla beraber, olması gereken anda, olması gereken şekilde veriliyorlar kararlar. bir anda içten yükseliveren ilk adımlar, bir anda karşılaşılıveren fırsatlar. her gün, her an mucizevi geçiyor artık. eski benin kalıplarına göre her şey mucize yahu zaten.

fark ettin değil mi, bu yine yıl sonu hesaplaşması halinde seyreden bir yazı. 4 senedir her sene çeşitli adreslerden sana ulaşmış olduğu gibi, bu sene de, yine, yeniden karşında. sonuna kadar ertelenmiş ama hele şükür başlanmış bir yazı bu. paslı eller "iptal edilecek olumsuz kalıntılar bulup yerlerine sevgi ve ışık koymaya yönelik niyetler" yazmanın dışında, aylar sonra ilk kez başkalarına bir şeyler anlatmak için buluştular. karşılıklı yazışmalar ve upuzun e-mailler dışında ilk kez kelimelerimle yan yana koşuyoruz ne mutlu.

kaldığımız yerden devam edersek -kelimelerim ve ben- kendimi bildim bileli istediğim hayatı yaşıyorum ben artık. beni anlayanlarla sınırsızca paylaşmak mı dedin? içten gelen o cılız ses, evet doğru bildin evet. gür çık artık, haykır, bağır, varsın ve oluyorsun çünkü. her sabah yataktan kalkmak kadar doğal ve gösterişsiz, olduğun gibi varsın, hayatımdasın. aynı dili konuştuğum, fark eden ve fark ettiren, her anımı, her halimi paylaşan onlarca dost şükürler olsun, ne mutlu ki oldunuz ve varsınız, buradasınız.

haybeden bir gaza geliş değil bu inan. hep anlatmak için çırpınan ben, artık kendi kelimelerimi duyuyorum her an etrafımdan. çarpıp yansıyanlar değil, ortak üretimler üstelik. aynı hisler, aynı anlamlar, aynı heyecanlar. bunca yıl anlaşılmak için debelenmek gerekirken, gıdım gıdım paylaşmaya meyledenlerin ayaklarına minnetle kapanmış olan ben, artık mücadelesiz, harcanmasız, kendiliğinden paylaşımlarla uğraşıp didinen olmayı bırakıyorum. hayat yine büyüleyiciliğini konuşturmuş da ben neden sonra fark etmişim meğer. canlarım benim. mesafelere, uzaklıklara aldırmadan, tanrıyla tek yürek atmayı benimle paylaşanlar iyi ki buradasınız. iyi ki beraberiz tekrar. iyi ki yaratıyoruz el ele, el ele ilerliyoruz. yalnız kovboyluk ne abuk, ne özüme uzakmış meğer. tek çıkış, tek çare buydu bir zamanlar. şimdi ellerim kollarım sevgiyle dolup taşıyor ihtiyaç halinde bile olmadan, boşalmıyor ki gerek duyulsun. aldığım nefes gibi kalbimde atıyor artık sevgiler. şükürler olsun.

sevgi yılı diye geldin 2007 hayatıma, gelmeden koymuştum adını. yüzümü kara çıkarmadın, el ele pembe bir yıl yarattık kendimize. biliyorum ki 2008 hayallerin gerçeğe dönüştüğü yıl olacak. ödüller ve şükürler yılı 2008 hoş geliyorsun hayatıma, ben hoş varıyorum sana. birbirimize hazır olmaya şükürler olsun.

Perşembe, Mayıs 31, 2007

ehm şeyy

Evet çok işim evet herkes bık bık konuşmasın dedim dedim. Sonra gidip kendimi zehirledim. Ve haliyle bir susun, bir kıl etmediğim herkesin en bir süper yardımlarıyla şimdi ayaktayım.

Demek ki neymişşş: Egoyu susturmak şartmış. İşim çok işim çok derken öyle 2 gün malak gibi yatarmışsın, ama yine de işler yetişirmiş.

Pazar, Mayıs 20, 2007

hm hm

yazmadıkça içime attığımı, yazmadıkça patladığımı ilk kez yeniden hissettim. hiç bu kadar yabancı olmamıştı belki de kelimeler. hiç bu kadar paslı kalmamıştım. 2 sene öncesinin o pasif zamanlarında bile birilerini bir şekilde ulaşıyordu koşturduklarım. ama bu sefer tek tük yazılan mailler dışında sadece msnde karakter tahlilleri var elimde.

bu aralar en büyük derdimi paylaşmalıyım birileriyle. ne kadar adil, ne kadar tarafsız, ne kadar yargılamasız olduğunu umursamadan bir dökmeliyim birikenleri. olmuyor çünkü, silmeye, olumlamaya çalışmanın en zayıf kaldığı bu zamanlarda dikkatimden koşarak uzaklaşıyorlar.

neymiş peki bu sinirimi bozan, dengemi zıplatan durum?

evet ben biri geyik biri dünya kazığı iki mühendislikte birden okuyorum ODTÜ denilen bu tatil köyü görünümlü bilim, irfan yuvasında. evet ben bir yandan da part-time çalışıyorum, sınavlar dışında cumartesilerimi kaidesiz teslim edip becerebilirsem bir iki gün daha üstüne ekliyorum. evet benim her hafta en az 3 sınavım var. evet benim birinci ve ikinci vizeler arası 5 gün boşluğum, ikinci vizeler sonrasında finallere kadar sadece 3 günüm. evet benim tüm önemli sınavlarım bırak üst üste gelmeyi aynı gün aynı saate konabiliyor ve evet ben erken fark edip onunla bununla konuşup ikna çalışmaları yapmazsam bunu kimse fark etmiyor. evet ben hakkımı hep kendim korumak zordundayım, ve evet benim ders yüküm herkesinkinden yüksek, ve evet yine ben etrafımda devamlı "hedem, hödöm var yahu hayatta olmaz" diyen insanlara gülüp geçsem mi, yoksa nefret mi kussam bilemiyorum.

ben haftasonları millet şıkır şıkır giyinip arkadaşlarının bekleyen arabalarına binerken arkalarından kesin ingilizce öğretmenidir diyorum, ve evet ben odadakilerin hepsinden yüküm ağırken onların gerilip stres yapmalarını gördükçe elimde olmadan sinirleniyorum. yalnız daha şunu, şunu ve şunu yapmam lazım diyenlere diyecek hep hazır cevaplarım var cebimde, çünkü daha on dakika önce 3 saat uyukalmışlığın acısını yeni bir program yaparak çıkarmak istemiş oluyorum.

evet ben bu konuda kendimi dengeleyemiyorum. ders yükümden şikayetçi olduğum tek yan bu. kimsenin benim kadar işi yokken, herkesin benden fazla mızmızlanması, telaşlanması, ondan bundan kaçması ya da daha fenası kolumdan tutup oraya buraya çekiştirmeye çalışması beni kılll ediyor. evet ben böyle anlarda hep ne kadar neyim varsa ortaya dökmek adına kocaman bir istek duyuyorum içimde. ya da salı günkü quizine hazırlanmak için akşam çıkmayanlara götümle gülmek istiyorum. çünkü ben cumartesi işe gitmiş, sonra sabah 6ya kadar nette film/dizi izlemiş, pzt dersine hiç girmediği dersten sınavı olan, salıya 350 sayfalık ezberi bulunan ve tabii bir de yine salı günü toplamda 5 kez dersine girdiği ve muhtemelen kalacağı dersten quizi olan bir insan konumundayım. ve ağzımdan tek kelime laf çıkmıyor quize çalışmayı dünyanın en büyük yükü sananlara. en fazla ne salağım dün yine bir bok çalışmadım oysa danalar kadar işim var, biri beni dövmeli, mutlaka dövmeli türü serenatlarda bulunurum.

çok mu acımasız bu halim? yoksa çok mu zavallı bilemiyorum. belki ikisi birden, belki de gerçekten normal.

ama nolur tek dönemde 4 ders alıyorsanız projem de var, çizimim de var, hedem de var, hödöm de var diyerek gelmeyin kapıma. tüm hıncımı sizden çıkarmak istemiyorum!

Perşembe, Mayıs 03, 2007

Dunden bugune Sezen haberleri


Merhabalar,

Uzun bir mail olacak. Simdiden haber vereyim hepinize :)


Dunden sonra hayatimdaki degisimleri keyifle izliyorum. Keyifle degisiyorum.

Yurt odasindaki arkadaslarima her ofladiklarinda gidip onlari opecegimi soyledim. Ranzanin ust katinda oturup ders calisirken de olsa inip opecegim sizi dedim. Daha az ofluyorlar artik, ama acaba opulmenin tadini alip daha cok ufleyip puflarlar mi diye dusundum yazarken :) Hemen bir de odul opucukler uygulamasina basliyorum. Sayilarini daha fazla tutayim ki, olumlu davranislarinda sevgiyi daha cok hissedip hep sevgide kalmak istesinler :)

Eskiden oncelikler belirlerdim kendime, mesela sinav var arkadaslarimla gorusmeyeyim bu hafta, bulasiklar biraz beklesin, aman dolap da dagiliversin. HAYIR. Cunku o zaman her erteledigim sey ilk siradaki onceligime giden yolda ziplayip onume cikiyordu. Her onume cikisinda, hem dikkatimi/odagimi dagitiyor, hem de aslinda onu o an yapmak istedigim gercegi kendimi kapana kisilmis, ilk siradaki onceligimi yapmaya mecbur kalmis hissettiriyordu. Bu yuzden hedeflerime ulasmak dunyanin en zor seyi haline geliyordu. Zaten ertelediklerimi aninda yapmak, zihnime her geldiklerinde onlari kovalamaktan daha kolaymis. Boylece zihnim, kalbim, bedenim her anda huzurlu ve mutlu kalabiliyor artik. Cunku onu saga, sola ceken kucuk sesler yok. Hem zaten ertelediklerim birikip son noktaya gelince, onlarin baskisina dayanamayip yaptigim isi tumden birakarak kaciyordum arkama bakmadan. O son nokta da giderek daha az ertelemeyle ulasilabilir hale geliyordu, kacis hizim artiyordu. Yani eninde sonunda engel yaratiyordum amacima odaklanmaya erteleme yoluyla calisarak. Cuma yazmayi dusunuyordum bu maili de, ama anladim ki anda yazmam ve paylasmam lazim.

Dun calismadan ciktigim andan itibaren “askim, canim, hayatim, tanrim sukurler olsun sana, iyi ki varsin, iyi ki oldurdun, sukurler olsun, sana sevgime, tum sevgiye sukurler olsun, var olusa, alinan her nefese sukurler olsun....” seklinde uzayan, durmayan sukurleri ard arda siralayan bir haldeydim. (ki ben tanriya hic askim dememistim, cok zevkliymis!) Hatta oyle icimden gelerek yaptim ki bunu, gece saat 1 gibi fark ettim basladigim andan itibaren durmadigimi :) Hala ara ara sukurleri siralarken yakaliyorum kendimi, siralamadigimi fark ettigimdeyse hemen tanrinin kocaman sevgi dolu elini hissediyorum tum bedenimde. Tanri’ nin elinden tuttugumda her an, olumsuz ne kalabilir, ne beni yildirabilir, Tanri’ nin eli yahuuu, daha ote, daha buyuk nasil bir destek/garanti/guven/sevgi/mutluluk kaynagi olabilir diyorum. Cok sevdim ben bu goruntuyu/imgeyi/duyguyu.

Fark ettim ki ben okulda derslere girerken kendimi kucucuk yapip kimselere gorunmeyeyim, aman kimse bana bakmasin diyormusum. Degisik bir seyler bile giymiyormusum. Hep gecen seneden beri giydiklerimi giyiyormusum tekrar tekrar. Bugun donup donup bakan sinif arkadaslarimi gordum. Bir ortama girdigimde insanlarin beni fark ettiklerini hissettim. Bazen neyimi fark ettiklerini anlamak icin merakla, cogu zaman sevgi ve ilgiyle baktiklarini gordum. Ki ben ozellikle yolda bana bakilmasindan cok rahatsiz olurdum, kimseyle goz goze gelemezdim. (sebeplerine burada cok girmeyeyim ama en temeli zarar gormemek adina kendimi disaridan korumak ve risk almamak icin)

Kullandigim kelimelere dikkat eder oldum. Hep degistireyim, artik su olumsuz laflari benligimden tamamen atayim derdim. Ama hep dedikten sonra pisman olurdum. Artik kisiye bakmaksizin, anlar-anlamaz demeksizin herkese “cici (dedigim kisinin adi)” diyorum (sadece bir ornek tabii bu :) ). Herkese dediklerinin bendeki ilk yansimalariyla karsilik veriyorum. Icimden direk bir cevap geciyor cunku artik. Ne desem diye dusunmeme bile gerek yok. Karsimdakinin ahmet mi mehmet mi olduguna bakmama da gerek yok. O anda soylenmesi gereken soyleniyor. Anda durustlestim. Sunu soylemeliyim demiyorum. O anda agzimdan cikiyor. Sonra da ustune dusunmuyorum. Ahlaki/etik acidan ne dogru, ne ozume uygun diye dusunur, dogruyu arardim. Ben konustugum anda dogruyu yaratiyorum artik. Yaratilmis dogrularla isim kalmadi.

Ayni sekilde gecmiste soylediklerimi, nelere, nasil tepki verdigimi de dusunup hatirlamayi biraktim. Dun sizlere goz yaslari icinde neler anlattigimi, bir iki kisiye bahsetmem gerektigi icin soylemek disinda zihnimden gecirmeye gerek duymadim. Oradaki huzunden, acidan beslenmesin diye kimseye ve ozellikle kendime ayrintilardan bahsetmiyorum. Bitiriyorum. Bitmisle ne gurur duyuyorum, ne nasilini, nicinini sorguluyorum. Sukurler olsun -deyip geciyorum :)

Cunku GERCEKTEN anladim ki hepsi bir toz bulutuymus. GERCEKTEN icimde hissediyorum engelleri nasil da gozumde buyuterek asilmaz hale getirdigimi. Hemen ornegimi de vereyim mi :) Dun gelip gelmemekte cok kararsizdim. Yeni basladigim isteki ikinci toplu egitim ayni saatteydi. Ertesi gune yetismesi gereken 5 soruluk odevimin en kolay ilk sorusunu cozmek pazartesi gunu 7 saatimi almisti ve Cuma gunu sinavim vardi. Ve birkac kucuk aksilik daha. Calismadan dondum ve internete girdigimde gordum ki ertesi gune (bugune) olan odevim bir hafta sonraya ertelenmis :) Isteki egitimi kullanarak OSTIM e gitmemiz ve oradaki firmalara ogrendiklerimizi aktarmamiz gerekiyordu. Bugun ayni isteki arkadasimla karsilastim ve merhaba nasilsindan sonra ilk dedigi “OSTIM e iki makinaci olarak beraber gidelim mi?” oldu. Yanimda egitimi almis bir arkadasimla gitmek bilgileri direk pratige gecirerek ogrenmemi saglayacagi icin benim icin harika bir telafi sansi oldu.

Bir ornek daha: Gelecek hafta Ozgul gelecek, benimle beraber calismalara gelirdi gecen sene, bu seneyse Rusya’ da. Birkac gunlugune Ankara’ ya geliyor. Onu bir gun eksIk gormeme neden olacak, okulun senliklerinin bir gununu kacirmama sebebiyet verecek ve en onemlisi sonucu en dusuk gelen dersin ikinci sinavinin ertesi gunu olan bir sinavim daha ertelendi bugun. Sukurler olsun. Ertelenmelerinden sonra aldim bu iki haberi de. Hic caba harcamadim. Hayati kolaylikla deneyimledim. Onume cikan engellere gereksiz anlamlar, enerjiler yuklemeyi biraktim sadece.

Annemi ve babami arayip onlari cok sevdigimi soylemek istedim hep her Sali calismadan cikinca. Bir turlu yapamamistim. Bu sefer aradim. Tepkileri cok komikti :) Ama sevgiyi paylastik ve kampusun sokaklarinda “Seni cok cok cok seviyorum annecigim/babacigim” dedigim anda donup bakanlari hissetmek cok zevkliydi :) Dolmusta, takside siritan halimden de bahsetmis olayim arada :)



Asil soylemek istedigimse su:

Sukurler olsun Ayca ablayla tanistigim ilk gune, sukurler olsun Gunduz abinin hayatima girmesine, sukurler olsun Sali grubuna ilk katilma fikrini zihnimde tomurcuklandirana (zeynepppp), sukurler olsun karari alip uygulama cesaretime/kararliligima ve sukurler olsun aranizda oldugum her ana.

Sayenizde kendi kendime asmamin zaman alacagi engellerin gercekte "engel" olmadigini fark ettim. Sayenizde egomun oyunlarla kosteklemeye calistigi gelisimimi kaldigim yerden cok daha ileride devam ettiriyorum. Sayenizde konforlu ve guvenli bir sekilde gelisiyorum, ilerliyorum. Enerjimi daha verimli kullaniyor, hayati daha dolu yasiyorum. Mayis ayinin enerjilerini en icimde, en yogun sekilde hissediyorum.

Ve bana sukurler olsun yardim istedim, cekinmeden paylastim, her aninda dogru enerjide kaldim ve boylece anda bitirdim.

Anda bitmedigini fark ettirecek toz bulutlari cikarsa da onume her hangi bir konuyla ilgili, sadece ufleyecegim uzerlerine. Baktim kendi bildiklerim, uyguladiklarim zayif kaldi, elim kolum baglandi, hemen siz canlarima, parcalarima/butunlerime seslenecegim. Sunlar oldu, cozum benden kacti, saklandi, haydi onu sobeleyelim diyecegim.

Sukurler olsun bize!


Radyo Ashua’ nin ortaya ciktigi ana, baslamasina, ilerlemesine, gelismesine sukurler olsun. Biliyorum ki yolu aciktir, biliyorum ki benim kendim gerceklestirmeye calistigim degisimleri de hizlandirir, hatta simdiden hizlandirmistir. Sukurler olsun ki boyle bir olusumun daha ilk anlarindan itibaren hepimize dahil olma hakki taninmistir, o heyecani paylasip o destegi saglamisizdir. Devami da geliyor her anda. Haberini ilettigim tum yakinlarim sevincle karsiladiklarinda benim de sevincim katlaniyor. Sukurler olsun.

-Daha yazayimmmm miiii????-


Tanrının hep hep hep elinden tutan/tutacak olan, hepinize öpücük öpücük sarilan Sezen :)

Salı, Mayıs 01, 2007

geçmişe yolculuk v2

Efendim nerede kalmıştık. Şimal vasıtasıyla tanıştığım Simin i aradan geçen 10 yılın ardından bulmuş olmamdan bahsetmiştik. Hm hm 5 dakika içinde daha ne kadar devam ettirebileceğim bakalım?

İlkokul Sezen: Simin' in o zamanın anadolu liseleri ve kolejler sınavları için en önemli kaynaklarından olan deyimler ve atasözü sözlüklerimi dershanede üzerlerine döktüğü ayranla sikmiş, üstüne bir de peçeteyle silmeye çalışmak suretiyle tiftik keçisi haline getirmiş olması vardı :P -ahaha ben bok attı, ama yüzüne de söyledim canımmm- Sonra sonra milletin okuldan döndükten sonra akşam 8e - 9a kadar özel öğretmenlerde gezinmesi, ama benim metanetle evimde oturmam, anamın babamın parasını göt paragözlere saçtırmamak gibi idealist bir yaklaşım içine taa o zamanlar girmiş olmam -cimrilik içime işlemiş ayol- , Avcılar' daki evimizde odamda yatmak, kalmak dışında bir eylemde bulunmuyor olmam, hatta odanın tek aileden birilerine katkısı bulunan yanının kardeşim için balkon kapısı ve pencere kolu arasına kurduğumuz ipten salıncak olması, orada söylenen ninniler. Özer' in -hani kardeş olur ya böyle küçük- yürüteciyle birlikte oturma odasına hapsedilebilmesi -ahaha, koltukla televizyon sehpasına arasına sıkışır çıkamazdı-, benim hep salonda ders çalışıyor oluşum, Özer' in hep kendini kilitli kapıya fırlatarak ablaaaa, ablaaa naralarıyla inim inim ağlaması -travmaya gelll-, bir de anlatmayı atladığım hastanede geçirilen gece var tabii, apartmanında cila yapılıyor olmasının getirdiği astım krizi ve nefes alamayışın ilk kez bu kadar korkutucu ve ciddi boyutlara gelişi, babamla hastanede geçiridiğimiz gecede televizyonda muppet show u izlemiş olmamız, ıyy damarımın içine soktulardı o serumu beee, devamlı geceleri burnumun kanaması, her hafta bir sağ bir sol koldan olunan aşılar, babamın kucağına oturup kafamı diğer tarafa çevirerek delinmeyi beklediğim sayısız gün, saat, bir de Ülkü Hanım, korkunç alerji doktorunun kollarımı jiletle çizerek hassaslığımı test ettiği günler. O küçük odada önce kolların sterilize edilmesi, ardından tükenmezle yan yana çizilen o daireler, sonra dışarıdaki bekleme salonunda birbirine korkarak bakan aynı çizilmiş kollar, aynı panik içinde gözler, sonra işte o annnnnn, jiletle beraber aynı küçük odaya giriş, yahu bi de kolların iç tarafına yapıyorsunuz insaf!, damarlarımı ben çıplak gözle bile seçebiliyorum orada ve siz göz göre göre jiletle çentikler atıyorsunuz kollarıma, argh, o odanın duvarındaki halıların içinde, yataklarımızda gizli "akarlar" denilen alerji sebebiyeti veren mikroskopik böcek fotoları, kıllı, tüylü ama garip bir şekilde sevimli gelen böcekçikler, renkleri morumsu falan mıydı neydi :P, 10 dakika sürecek muayene için 3 saat o küçük bekleme salonunda milyonlarca çocukla beraber bekleyiş, korku, endişe, sıkıntı, ay gitmesek olmaz mıııı?.

derse gitme arası verelim şimdi. sonrasında bitmek tükenmek bilmeyen ilkokul anılarım, öğretmenin yazlığında geçirilen günler de anlatıldıktan sonra son bulacak umarım.

PS. evet yine sınav öncesi, yine bık bık bıkmalar evresi, ne sandındıı?

Pazartesi, Nisan 09, 2007

hep de çizim sınavı öncesi oluyor böyle

derse gitmek nasıl bir şeydi unutulı bir hafta oldu. yok merak etme lab lara giriyorum o kadar da değil -merak etmemiştin be zaten!-

yazmayı unuttum. buraya, kendime, birine. halbuki mektuplar yazıyorum ben her gece, her sabah kendime. sevgiyle yazılan sevgiyi çağıran mektuplar. hayatı yaşanmaya, özüme uygunluğa çağıran mektuplar. işe de yaradılar. gerçekten mutlulukla uyandım ben, herkese sarıldığım, öptüğüm günlerdeydim ben. ama bakıyorum da şimdi kendime. emekli bir hayat yaşıyorum ben. sanki torun-torba sahibi nineler gibi. hayattan erken emekli olmuş gibi. böyle bir huzur, bir akıp gitme hali. evet sevgiyi her anda "yoğun" yaşama denemeleri giderek daha başarılı oluyor. evet ben giderek daha güleç ve olumlu bir insan oluyorum. evet, evet. ama hayat sadece bundan ibaret miydi ki? pek arkadaşım yok zaten bu ara. yani var da ben görmüyorum kendilerini. sınavlar başladı mı böyle oluyor işte bu "hiç bitmeyen yaz"ın yaşandığı tatil köyünde. okulun başladığı ilk ayla takiben gelen diğer iki ayın arasındaki o paralel evrenlerdeki ikiz kardeşler zıtlığı. beyazların gri, siyahların da gri olduğu bir ara boyut.

son zamanlarda yaptığım en büyük deliliğin çevredeki ders arasında koşarak inşaata gidip makineden kahve almak olması? hayır o sırada çok eğleniyor olduğum ve yanımda turuncu bir melekle koştuğum gerçeği durumun acınasılığını değiştirmiyor üzgünüm.

ya da mikro labında 4 bücürük kız bir dev boyutlarda arap şeklindeki grubumuza her hafta yeniden kopmam da aslında o kadar komik değil.

hayatımdan msn çılgınlığını da çıkarmış bulunuyorum. yüzde 70 çıktı yani :P zorunlu hallerde dosya transferi diye girip 2 gün çıkmıyor olmamak, zamanı geyiklerle öldürdüğüm anlamına gelmiyor artık. vallahi.

ve saatlerimiz 1 3.47. bilen bilir. -en çok bildirdiklerimden biriyle yaptığım geyik de son iki haftanın tavan noktalarındandı sanırım. balance-woman! buraya yazmadan olmaz-

düşündüm:

anaokulunda nasıl bir şeydim ben? öğlen uykusundan korkan, arkadaşsızlıktan deliren ve bu sebeple kendini 3 yaşında anaokuluna zor atan, kendi çapında yarattığı kocaman dünyasında bilinçli çocuk oyunlarıyla oyalanan, o tüm kapıları açık apartmanda (korucu apt.) komşu teyzelerle evcilik oynayan, banyo öncesi katlar/daireler arası cıbıldak koşarak kaçan -ahahahaha-, ilk kez iki erkeğin kendisi için kavga etmiş olduğuna şahit olan (batur ve efe) komşu teyzelerin pek de küçük olmayan çocuklarıyla oyun oynama hayallerine ütopik biçimde inanan geveze sezen -hala öyle çok şükür :) -

ilkokulda nasıldım? ilk bölüm o 70 kişilik sınıflardan: 3 kişilik sıralarda solak idille oturan sağlak -öf çek şu kolunu!-, inek ulen inek, furkan vardı bir sapıkfurkan, güzellik yarışması yaptıydık bir -oyları ben okuduydum da hayatımın ilk hilesini yaptıydım ahaha-, erkekleri kovalamaktan/onları tahtaya yapıştırmaktan büyük zevk halan -yine olsa yine yaparım, ama işte artık yediremiyorum itilirmiş/düşürülmüş/fırlatılırmış gibi yapıyor oluşlarını, halbuki gerçekten süper güçlü sanıyordum kendimi o zamanlar :( -, idille beraber bilgenin niyeyse kıçını açıp bakmışlığı bulunan -travma mısın?!-, aa efe de buradaymış, yine aynı servisteyiz yaa, yine serviste 100e kadar sayamazsın ki sen diye benimle iddia girip harbiden saymak zorunda bırakan o pis 2. sınıf, sonra çilli seda -canım arkadaşım!-, ayşe' nin doğumgününde yonca evcimik -hastasıydık tabii hepimiz-' le beraber fotoğraf çektirmiş olma ve bu fotonun gazetede "klibinde oynattığı çocuklarla yoncimik" başlığıyla yayınlanmasın -ehehe-, okuldan bir gün babası tarafından alınıp hastaneye "kardeşin doğdu!" diye götürülen, mutluluktan havalara uçan, sonra "ay ama bu hep uyuyor yaa" diye üzülen, uyurken yanına gidip bir ton gürültü çıkarıp onu uyandırmaya çalışan. ikinci bölüm: inek ulen inek, öğretmenin biricik gözdesi, ama biraz da deli nasıl oluyor ki yaa, zengin piçleri arasındaki ortahalli -8 yaşında kürk senin neyine, nasıl ya sadece oyuncakların olduğu odan mı var senin, e ama niye ki?-, rivayete göre -bir ben hatırlamıyorum, yani evi, o günü, kıyafetleri, şekilleri hatırlıyorum ama..- tüm ailesi, akrabaları, arkadaşlarıyla beraber yaptığı doğumgünü partisinde suratına karşı etimden et kopuyormuşçasına bağırıp kendisinin bütün ikiyüzlülüğünü, gıcıklığını yüzüne vurduğum bir insancığın olması -hala karşılaşıyorum orada burada, kendisinden çok annesiyle!-, erkeklere koridorlarda ters takla attırıyor oluş -ahahaha yine olsa bunu kesinlikle yine yaparım!-, evlere gitmeler, ama sanki bize pek kimsenin gelmiyor oluşu, radyo programına çıkma, kaşıkla yumurta taşıma yarışları, örümcek sevdamın altuğ adlı ilk gerçek aşkımın kahküllü saç modelini defterlerime, kitaplarıma, sırama çizmekle başlamış olması, mezuniyette eşim altuğ olsun diye adaklar adamam, don-ateş oynarken bile o yaklaştığı anda yüreğin ağızdan çıkmaya yeltenmesi, furkan/baturalp/yıldırım/tayfun -13 setlik box maçı ve süper zafer!-, mezuniyette sahte gözyaşları -gidin hepiniz çıkın hayatımdan ıykk!-, bandonun seçmelerine katılıp seçilememiş tek kişi olma -ritm duygum yok dediğimde inanın bana tamam mı!-, gülbüge'yi sınıfın ortasında cümle aleme rezil etmiş olma, aynı şeyi sanırsam bir kere de ipek' e yapma ve buradan dellenince kesinlikle lafları içimde tutamıyor oluşumun çıkması, ilk kez başka bir eve kalmaya gidişimin 11 yaşıma denk gelmesi, kesinlikle uyuyamamış olmam ve gülbüge' nin annesinin gelip benimle konuşup beni rahatlatması -şimdi süper bir rüya gör, çünkü ilk kez kaldığın evde ilk kez gördüğün rüya doğru çıkar yaaa-, şimal in dünya şirini koyunları, matematik defterimin ilk sayfasına yılanlardan oluşan bir sezen yazmış olması, beni dünya çılgını simin le tanıştırması -üzerinden on sene geçtikten sonra onu 2006da yeniden bulmam-,...

dünyanın en uzun postu olmaması adına keseyim de burada, siz de bir çıkın dışarı soluklanın, ama geri geleceğim ve dönüşüm lisenin acıklı anılarıyla dolu olacak, nihahaha..

Pazar, Şubat 11, 2007

baktım da bi

denedim olmadı be dostlar. başladım lafa ama gitmedi. beğenemedim. olmadı yahu olmadı. özgülün gazıyla, geride bırakılanların hayatımın yoğunluğuna olan şaşkınlıklarına aldandım. o kadar zor değil be yavrum, yaparsın, hep yaptın dedim. saat geç, yarın erken kalkmak lazım, o lazım, bu lazımlara bir kez de gerçekten kendi adıma bir şeylere yaparak karşı koyayım dedim. ama olmadı. böyle sıkıcı, akmayan, tökezleyen bir hal aldı. bu acı tadı sevmediğimden bırakıyorum burada. oysa anlatacak ne öyküler birikiyor içimde. uzun bir -affedersin- işeme seansıyla rahatlamayı bekliyor böbreklerim. o derin rahatlama hissine değin buralarda avunmayayım.

Pazartesi, Şubat 05, 2007

madem öyle bir deneyelim

aklımda pek bir şey bitiştirmedim bunun için. yazmaya da pek hazırlıklı değildim.
o zaman hemen ilk aklıma gelen gafı yazıp gerisine kader kısmet diyerek başlıyorum nothing out of ordinary kişisinin biricik isteğini kırmamayı boynumun borcu bilerek:

yıl sanırım 2002. en delişmen yıllarımdayım. tam gazım, dur durak bilmiyorum. o kadar ki gazetede mi ne, bir yerlerde okuduğum haber üzerine istiklalde peşime taktığım rahat bi 10 kişilik grubu yeni kesfettiğim cafeye götürmeye kararlıyım. galatasaray civarlarında olduğunu biliyorum ve ona buna sorarak rahatça bulabileceğime eminim. gözüme kestirdiğim ilk kişiye soruveriyorum "nerededir acep bu urban cafe denilen yer?" ehm yeterince açık anlatamadım siz kelimekoşusu takipçilerine sanırım. "örbın" diye tarif edebileceğim şekilde değil, bildiginiz "urban" şeklinde telaffuz ediyorum kelimeyi.
hey heyy, tabii ki hatırladığım en muhteşem gaf bu kadarla kalmıyor. devamı mekan bulunduğunda geliyor. cafenin okuduğum en onemli ozelliği orada envaiçeşit derginin bulunabilmesi. o zamanlar dergi çıkarma fantezisi de yeni yeni filizleniyor zihinlerde. fanzindi profesyoneldi her türlü dergiden haberdar olmak istiyor bu naçizane hayalperest. ve cafe bulunuyor, içeri giriliyor -ben önde 10 kişi arkadamda dalıyorum bir hınçla içeri desek daha doğru-, aradığı deste deste dergi ya, cafenin dibine kadar gidiyorum hızlı adımlarla, garsonlar şaşkın bakıyor bunlar ne arıyor türevlerinden. e bulamıyorum aradığımı, görünürde hiçbir farkı yok hep gidilen mekanlardan, biraz daha şık yalnızca. ve ben bana şaşkın bakan garsonlardan birini gözüme kestirip soruyorum "Bünyenizde dergi barındırıyormuşsunuz?". -ahahahah!- garson bana üzerinde 3 adet bildiğiniz piyasa dergisi atılmış kocaman bir raf gösteriyor. ben büyük bir hayalkırıklığıyla mekanı girdiğim hızla terk ediyorum. arkamda da karınlarını tutarak yarılan bir ekip.

evet hala gelip "bünyenizde dergi barındırıyor musunuz?" diye soranlar oluyor. etkisi geçmedi geçmiyor.

kıssadan hisse: entelliğin de, girişkenliğin de bir sınırı var be yavrum! ipin ucu kaçınca angutlukla eş değer oluyor, bak demedi deme.


uzun uzun anlattım ama hadi bi tane de ilişkiler üzerine konduruvereyim. bendeniz ortaokuldan liseye uzanan bir ilk aşk deneyimine sahip olduğumdan ilk zamanları haliyle çocuksulukla salaklık arası bir saflıkta geçirdikten sonra büyüyüp nereden nereye geldik muhabbetlerinde geçmişte yapılan gafların unutulmasını karşılıklı bir "bir tarafımızla gülme" efekti eşliğinde engelledik. hala da konuşulur gülünür ne mutlu. hemen olaya geçersek, 13 mü 14 mü yaşlarında neyim, etraftakiler aşk meşk kavramlarını kızların saçına sakız yapıştırmak sanan veletcan arkadaşlarla dolu. nitekim devamlı irrite edilir pozisyondayız. hocalar bile dalga geçer olmuş. benim canıma bir şekilde tak etmiş ve ayrılma deneyimini yaşamaya karar vermişim. adama hayatta söyleyemem, efenim işte ara vermek bahanesiyle ben de kendi çapımda düşünüyorum, nasıl desek de az acıtsak, kazasız belasız atlatsak falan. sonuçta süperzeka halimle arkadaşıma aratıyorum ve benim adıma şunları demesini istiyorum: "sezen artık seni sevmiyor. senden ayrılıyor" ya da işte "...senden ayrılmak istiyor". bu vahşet değil de ne sayın hedef kitlesi hm? güya duygularını incitmeyeceğim adamın. ehm ohaa! neyse efenim sonrasında öcü alındı zaten fazlasıyla :P

o değil de bak ben kendi doğumgünü partisinden kaçmış adamım düşününce. özellikle "o gün arkadaşımla buluşacağım, sakın ha bir şey yapmayın, gelmem, gelemem, lütfen zapıtmayın canlarım benim." dememin üzerine benim can arkadaşım ve o zamanki sevgilim telefonumdan gizlice buluşacağım arkadaşın telefon nosunu bulurlar. efenime söyleyeyim ararlar anlaşırlar. ertesi gün okul çıkışı ben saf saf buluştuk sonunda be heyecanıyla yürürken birden sorarım "ehm nereye gidiyoruz biz, bak yine rejimdeysen söyle ona göre bi yere gidelim temelli aç kalma", karşıdan gelen cevap "dilek e gidelim ya, ehm, şey, oranın krakerlerini seviyorum ben". lan angut uyansana beyoğlu nun bizim okul insanlarının sıkça gittiği kokoş pastahanesinden bahsediyor hatun. haydi oradan bahsediyor de, kraker ne demek lan, pastahanenin yağlı, unlu krakerini yiyor olabilir mi rejimdeyken? hiç tınmadım tabii, direk anlatmaya giriştim içimde birikenleri. ve mekanda bir süpriz parti ambiansı. görünce sinirden deliye dönen bir sezen. ve ardından buluşulan arkadaşının 1 saat sonra doktor randevusu olduğunu öğrenme ve direk kalkarak millete "kusura bakmayın yahu, .. la kaç aydır görüşemiyoruz, az zamanı kalmış zaten, ben ayrılmak zorundayım, ama hepiniz çok sağ olun geldiğiniz için" diyerek mekandan ayrılış. ahaha! bazen düşünüyorum da yani ne süperim be!

benden bu kadar efenim. o kadar dağınık anlattım ki numara bile koyasım gelmedi. ben de catidakidica ve kızıl kıvırcığımı dürteyim diyorum ama kim bilir ne zaman görürler be.

Pazartesi, Ocak 15, 2007

final sonları

iyi ki geldin de iki laf ettin saf ve temizim. sen de olmasan bu eskimiş, kirletilmiş, dikenli yollarında ruhumun, gideceğim yere hiç ulaşamayacaktım.

derste geçti gece, uykuda geçti gün. manasızca canımı sıktığım hadiseler var devamlı kafamda. hayatım benden önce koşuyor ve ben inatla duruyorum. böylece de mütemadiyen geç kalıyorum, son dakikaya sıkışıyorum, yarım yamalaklarla yetiniyorum.

hayatımda ilk kez cidden sorunlarım var ve ben bunları hiç takmıyorum. İlginç bir insan oldum ben.

-yenilenmiş bloggerda ilk post. giden linkler yenilenecekler efem en kısa zamanda, lütfen "aa göte bak!" demeyin.

Salı, Ocak 09, 2007

kusmaklar diyarından

ertelememek zamanı artık. korkuları yenmek. ağlamamak zamanı. sezen olmak ya da kim olmak gerektiğini hatırlamak zamanı.
içimde acıyan o küçük kara nokta kendini neden hep zayıf anlarda apaçık ortaya koymak zorunda? mutluyken silebilsem ya onu, kökünden!

az kaldı.

bitişe mi, başlangıca mı bilmiyorum, bilinmeyenin göbeğinde hopluyorum, ama az kaldı. çok az.

Perşembe, Ocak 04, 2007

içeride

orada bir yerde bir şeyler var. 5. senesini dolduruyor. orada bir yerde, kafamın içinde. hiç bu kadar hissetmeye yaklaşmamıştım sanırım. duruyor ve nefes alıyor sanki. ve koşuyor, çok çok hızlı. zihnimdeki kelimelerden, görüntülerden hatta kokulardan bile hızlı. hislerimden hızlı.
kelimeleri, hayalleri benimle taban tabana zıt bir parça yaşıyor içimde. korkunun ilk temelleri atıldığında açıldı o kapı ve içeri sızdı. bendenliğin en ileri kopyası. keşfi 5 senemi aldı. ama temizliği bir aya kalmayacak emin ol. en büyük sözüm onayken kendimden bile vazgeçerim gerekirse. zihnimin karanlık odaları durduramayacak beni.

sağ ol keşfine bu kadar derinden katkıda bulunduğun için. belki yaratımına da aracı olan sendin. ama yaratımından silinişine kadar her anının sağladığı gelişimin farkına vardım sayende. sağ ol, bakmanın ötesinde görmemi sağladığın için. varoluşa şükürler olsun.

Salı, Ocak 02, 2007

gece-sabahlardan bir demet

bugün ilk sonsuza uzayan gece. neler olmadı ki?

bir kere yeni ve "geleneksel eski yıl hesaplaşması - yeni yıl karşılaması yazısı" yazılmamış bir senenin ilk günü. 2007 geldi de hoş mu geldi?

içimde bir sezen daha öldü dün.
bir sezen daha doğdu mu?

geçmişten, gelecekten yüzlerce yüz, yüzlerce sezen, bir o kadar eski-yeni paylaşım konuk oldu bu sabaha uzayan gecenin karanlığında.

ağırlaşarak başladım hafifleyerek ilerlerken sıkıntıdan kendimi boğdum. şimdi bunları yazan kim bilmiyorum. bir bildiğim var ki ben finallerim aklım bir karış havada giriyorum. hem de 3ünden kalma ihtimalim bu kadar yüksekken.

yardıma, desteğe çağırıyorum tüm enerjileri her anda, ama kendim yeterli adım atıyor muyum emin değilim. içimden taşan o saf sevginin kafası karıştı. halbuki her yeni olayda içine bakmalıydı, ne kaldı, niye kaldı? yalan oldu biraz, biraz fazla oldu. ama umudum hep içimde, sevgim taşıyor gün içinde. hedef süreklilik her zamanki gibi. biri de dikkatimi ve huzurumu geri verse ya artık. zorlanmasam sanki başka bedende, başka bir beyinleymiş gibi.

kızıl kıvırcığım yazını bekliyorum hala. bekle, bekle, bekle, mor-turuncu oldum :) ne mutlu.