Cumartesi, Aralık 31, 2005

pek bir verimliyim bugün :)

Mualla, mutabık, muallak.. "d" ve "j" aşkından sonra bu u' lu a' lı m' lere taktım. Takmıştım bir süredir de, entry girerken çöt diye aklıma düşüverdiler. E sağlantı ciddiyetini de o dakika anlamış oldum. Babamın isminden gelen bir sempati de olabilir aslında. Hmm.. Bir düşünmek lazım.

(Ay, aman! Bir içim ferahladı yazınca :) Yapmak lazım arada böyle. Küçük öze dönüşler serpmek gerek araya :)

Kısaca iş başa düştü yine. Moladan çıkıyorum. "Amaaan bea!" demiyorum bu sefer. -Çıkıyorum derken calculus tan sonra tabii ehe-

2005 de gidermiş hm hm

Yeni yıl öncesi bir 2005 tarifi yapmalıydım aslında. Geleneksel sezen blogları yılbaşı programı bunu gerektiriyor bilenler bilir. Ama hala tanımlayamadım şu 2005 i. Gelişi de bir tuhaftı, hatırlayanlardan mısın bilmem? "Yıkıp baştan yaptı, yıktı tekrar başa aldı, sonra beğenmedi yine rötuşladı." gibi sanki. Ama dedim ya, hala kendine oturacak bir yer bulamadı. Üzerine ne yapıştırsam düşüyor yahu! Ne ki bu?

Bugün bir insan ilişkisi sınavından daha kaldım. Bir tanesini, şu an için göründüğü şekliyle, süper kurtardım. Bir tanesine ucundan sıçtım sanki, ama uçtan bir şeydi zaten. O da sıçılıversin aa! Ha bir tanesini de yine ööyyle ortada bıraktım. Ama o alışkın ehe. Hem de geniş yahu, derken daha hatırladım ki pek öngörülebilen bir insan değil be o. Ne desem yalan olur :P

ta taa

erteliyorum yine. Çözümleri, sorunları. Sonra küçük bunalım molaları. Ama hep küçük. Çünkü fazla etkileşimli burada hayat. Kapayamıyorsun kendini, yaşamı sürekli bir paylaşımda yaşıyorsun ya. Dört kişilik o bıdık oda hayata bakışına, düşünme tarzına, olaylara yaklaşımına çaktırmadan sızmaya başlıyor. Bir yandan benlerin azalıyor, öte yandan kendini yansıtan tablo daha da bütüne yaklaşıyor. Ama yine içimde bir ses fısıldıyor: "Bir şeyler yarım kalmış olmasın?"


Sanırım artık geçmişi tamamen silme zamanı: Geçen senenin "bazı" travmaları öyle korkutucu çıktı ki karşıma bugün. Küçülüverdim yine. Sanırım harekete geçirmeye çalışıyor birileri beni. Bu duyguyu/sınırı/kodlamayı/her ne derseniz artık yenmeliyim artık. "Ondan kes buna ekle, ondan kıs bunu uzat." stratejileri işlemiyor artık. Oluruna bırakma bir yerde bir hata veriyor elbet. Eninde sonunda fark ediyorsun, "Bir şeyler eksik."

Ve anladım ki artık tanımlarım, yargılarım, öngörülerim hata verince "Ya bana ne yaa!" mızıkçılığına düşüp kendi şevkimi kırmamam gerek. Hayatım boyunca bir türlü oturtamadığımı kabul etmek gerek şu "esneklik" meselesini. Artık "genişlik" kızılacak bir unsur olmamalı benim için. Temizliğe bir ucundan tutup başlamalıydım zaten. Çıktı işte o sivri çıkıntı -neşeye selam :)-

Hatalar başarıya götürür değil mi? Hani neresinden dönsek kar falan? Beceremeyince kaçıp saklanmamalı? Daha ısrarcı olmalı belki de? Ya da tam tersi ilk geri tepişte revizyona gidilmeli? Evet, evet, faydacılığa en uygunu bu. En ufak bir pürüzde asıl plana geri dönmeli. "Bir dur hele" demeden, eksiklikleri gözardı etmemeli. Hemen geri adım atmak değil bu. Uyanık olmak. "Avcı" olmak. "Farkında" olmak. Sadece olmak bir akış hali değildir. Bilinçli farkındalıktır seni hafifleştiren. Evet, gözümüzü açık tutalım bundan sonra!

Perşembe, Aralık 29, 2005

bıf

Pek bir bıf bugün. Dünün "Canlarım benim, hepinizi yirim, yirim!" hali, o sevecenlik hızla terk ediverdi beni. İstanbul a gitmek istemediğimi fark ettim bugün bileti alırken. Ben gitmeyeyim, annemler gelsin bu sefer. Kızıl kıvırcığım da gelsin otursun bir kenarda. Bir ay boyunca gezelim, tozalım. Ama ben gitmeyeyim o şehre. Temizlediklerim çullanmasın tekrar üstüme. Ben benle kalabileyim biraz daha. Biraz daha hayat olsun Ankara, biraz daha benleşsin.

Asıl nedene de geleyim evet: Artık yeni bir hayata başladığımı algılamak istiyorum ben. İstanbul uzatmaları için, ucundan kıyısından bir şeyler yakalayabilmek umuduyla koşarken burası kaçmasın. Artık "Ankaralı" olayım istiyorum. "İstanbullu Ankara misafirliği"ni bir bırakayım. Oradaki hayatı buraya taşımaya, geçmiş dostlukları çekiştirip uzatmaya çalışmayayım. Büyük hayalleri bırakayım artık. Evet yollar ve imkansızlıklar var arada. Bunları kabul edeyim ve önüme bakayım artık. Yoksa yarım yamalak düzenlerden başka bir şey geçmeyecek elime. Bir aitsizlik çukuruna düşüvereceğim. Tek tek parçalar bütün etmeyecek.

Cumartesi, Aralık 24, 2005

acı da gerek

Umutla yıkıyorum kendimi her sabah
Morlara, turunculara boyuyorum
Uslanmaz bir iyimserlik geçiriyorum üstüme
Ve yanacağımı bile bile çıkıyorum yola
Parlak ışıklarla süslü Güneş Yolculuğu na

--------------

Devam lı kanatıyor içimi
Kurşun gibi ağır
Vıcık vıcık bir yara
Ne kabuk bağlıyor,
Ne acısı diniyor..

---------------

Boğuk çığlıklar duyuyorum sessizlikte
Halüsinasyon misali buğulu ve aldatıcı
İçim deliniyor sanıyorum

---------------

ps. fizik finali öncesi fiziksel acılarım ruhuma da mı yansıyor ne :)

yazdım sonunda -yeniden

Gecelerin, günlerin sonu gelmiyor bazen
Hele "son"da bir ışık gördüysen
Yol öyle uzuyor ki sabrına karşı
Peynir peşinde fare sanıyorsun kendini
Karanlık koridorlarda silik bir koku arayan

------------

İnanmaz gözlerle bakıyor insanlar sana
Geçtiğin yolları, geldiğin yerleri duyunca
Nasıl diyorlar nasıl?
Nasıl oluyor da oluyor?
Nasıl fener oluyorsun kendine?
Nasıl siliyorsun yaraların izini?
Nasıl, oluyor da oluyor,
Temizliyorsun tüm kirleri?

Şu küçük kara nokta da silinse
İşte o zaman şaşacağım kendime
Nasıl diyeceğim nasıl?
Nasıl oldu da oldu?
Nasıl geldim onca yolu?
Nasıl kalktım her seferinde ayağa?
Nasıl oldu da oldu,
Arındım sınırsızca?

Ama yarım kaldı yılsonu partisi,
Daha uçurumdan aşağı atlamadım.
Erken henüz tebrikler için.
Düz yola çıkamadım.
Öyle uzun, öyle ısrarcı ki bu son sınav
Kazı, kazı ulaşamadım dibine.
Katman katman, öbek öbek
Yıllar birikmiş üzerime
Elim, ayağım gömülmüş
Kalksam da yürür müyüm ki?
Bu kadar yük, bu kadar acı
Kanatlanıp uçar mıyım ki?

---------------------

Akış içinde yerini bulsa sözler
Zorlamasız ve kendiliğinden
Çobanlık yapmasam hiç
Yan yana koşsak
Öyle ki
Yeni açılımlar bulsak
Farklı yüzlerimizi,
Saklı gizlerimizi
Düşürüversek elimizden
Tek kalsak ve çıplak
Orada başlasa her şey
Öncesi silikleşse
O an, o duygu
Zamana yayılsa
Sonsuzu kaplasa

O zaman her şey "fazla" kolay olurdu galiba..

örümcekli yüzük olm bu

Yıllar boyu süren bekleyişin ardından buldum onu :) Hem de yeni bir şehirde, yeni bir hayatta. Ankara' ya kısmetmiş. Önce mor küpesi, sonra gümüş yüzüğü. İkisi de hediye lem bir de. Daha ne isterim hayattan :)
İstek listemi ve önceliklerimi gözden geçirmem lazım. Bu kadarını beklemiyordum :)

Perşembe, Aralık 01, 2005

yeni fikirler/kararlar

Taşındı düşüncelerin akış durağı. Artık anlar ve olanaklar sınırlı. En azından paylaşıma yönelik olanları. Kişisel gelişim alanı önümde çığ gibi büyüyor ama yaratım süreçleri topallaştı. Bir etki, bir özgürlük anı bekliyor gibiyim, tam anlamıyla üretebilmek için.

Ama bugün değşiyor bu kararım. Dün geceki konuşmadan sonra "özü"mü hatırladım. Beklemenin anlamı yok, evet, cici yol göstericim. Yeni katıldığın bu görünmez hedef kitlesi halkında mutlu olursun umarım. Sen de bizdensin artık ve ne mutlu ki tıkanan boruları açmakta sadece sorduğun sorularla bile çok etkilisin.

Yeni bir süreç başlıyor bugün. İki haftalık kocamann bir nadastan sonra. Durmak ve gözlemlemek işaretleri yorumlamayı hızlandırıyormuş gerçekten. Bir kez daha kanıtladım bunu kendime ve umarım tekrar unutmayacağım. Ankara hayatı yeniden canlanıyor artık, gelecek ve geçmiş ayarlamalarından anı kaçırmayacağım.

Çarşamba, Kasım 30, 2005

Oben' e/den

Gecenin bir saatinde aklımda sıcak bir yüz. Kalbim tatlı bir heyecanla dolu. "Hayat bu!" diye fısıldıyor içimde birileri, sanki bir müzikal oynanıyor içimdeki sahnede. Elimden tutan "oben" le yükseliyoruz. Dans ediyoruz eteklerim uçuşurken. Gözlerim her an mutluluktan ağlamaya hazır. "Ruhumun kurtuluşu" sanki oynanan oyunun adı. Öyle bir güven ve rahatlık ki bu içimdeki, yola çıkıp ilk gördüğüme sarılıp öpebilirim onu sanki. Düşündükçe avuçlarım ısınıyor seni. Nefes alıp verişini duyuyorum sanki. O kadar "orada" ve o kadar "burada"sın ki. Şaşırtıyorsun beni. Zihnimi böyle alevlendiren sen, günün birinde gözlerime güleceksin. O zaman sadece bilmekle kalmayacağım, haykıracağım. Şimdiden söyleyeyim de telaşlanma: O an geldiğinde bebekler gibi ağlayabilirim.

Öyle çok temizledim ki içimi ve öyle çok gereksiz engel yerleştirdim ki zamanında.. Şimdi o kocaman karmaşanın ortasında durup kapının aralığındaki parlak ışıkta hayal meyal gölgene bakarken sana dokunmayı, seninle bir olmayı özlüyorum. En son görüşmemiz ne zamandı kim nilir? Belki hep yanımdaydın, belki bilincimden devamlı saklandın. Bilerek ya da bilmeyerek kurcalamıyorum sana dairleri. Bazen umutsuzluğa düşsem de, öyle güveniyoum ki bize, bütüne; ayrıntılara kafa yoramıyorum.

Yüzündeki o muzır gülümsemeyi görebiliyorum :) Takılmazsın değil mi anlık dengesizliklerime gerçekten? Sana değil, kendime aslında tüm hinliğim. Sabrımı sınamak eski bir hobim. Hem gözümde büyütmeye de bayılırım ben her şeyi, herkesi. En yakın bene beni anlatıyorum, hale bak! :) Ama bilsen de altını çizmeden yapamıyorum. Öyle güzelsin ki.. Ulaşılmaz geliyorsun. Bekleyişim sonsuza uzayacak sanıyorum bazen. Seni nasıl da iyi saklıyorum gözlerimden? Oysa saklambacı hiç sevmezdim ben?! Gözlerim görmese de, yüreğim tıkanmaz değil mi? Sevdikçe tıkanmayacak biliyorum, ama elimde değil, sabırsızlanıyorum.

Elin elimde şimdi. Gözlerimden süzülen yaşları silmene gerek yok. Seninle akıyor onlar, bizimle, birle. Bu kutlama anında sonsuz özgürlüğün tadını çıkarıyorlar. Bırak aksın artık duygular. Kendini ifade etme sırası onlarda artık.

Önümde şimdi parlak gökyüzü. En güzel sözlerimi sana haykırıp en güzel resmini çiziyorum kalbime. Tam olacağımız günlerin duvarlarına asıyorum onları, bakıp bakıp derin nefeslerde doyasıya gülelim diye. Doyasıya.. Hep olmuş, hep olan ve hep olacağın hatrına..

Seviyorum seni akan o parlak suda, ışıldayan mor ışıkta ve tüm güneşli günlerde. Seninleliğe göz kırpıyorum, "sadece bir" in bildiği sırrımızı bütüne tekrar tekrar fısıldarcasına. Kelimelerin akışında kutsallıkla yıkıyorum dünyayı. Tüm kirler sevginin parlaklığında erirken bedenlerimizden ayrılıveriyoruz. Tüm somut ayrıntılara boşveriyorum ben. Bir oldukça varız, birin sonsuzluğunda iki küçük noktayız..


Yoğun, öyle ki içimden dışarı fırlıyorsun. Derin derin geri çekiyorum seni içime, hep orada kal istiyorum sonsuz birliğimizi unuturcasına. Kalemi bıraktığımda bu yoğunluk artarak parçalayacak sanki beni, sana yayılacak parçalarım. Her düşünce kırıntısında yankılanacak sevgimiz. Sen ve ben içinde biz, olacağız. Hepliğe ve hiçliğe meydan okuyan bu birliktelik, obenim, yazılmış-yazılan-yazılacakları aşarak üst-sevgide bedenlenecek. İşte o an/bu an o koca taşkında dengeye varacağız..

Çarşamba, Kasım 23, 2005

ayrık ben'e

Elde edince ne çok istediğini unutur mu hep insan? Yine mi geldi huzurlu hüzün? Hareket mi özlediğim, alışmışlığın sıkıcılığı mı batan? Aslında hepsi yalan, hepsi bahane. Tek bir eksik gözümde büyüyen, büyütülen. Gölgelerde yaşayan o gizli, saklı karaltı asıl rahatımı kaçıran. Kovalasam da aynı, yanıma çağırsam da. Pek bir yabani, pek bir beceriksiz.
Yolunu bulsan bir dakika yerinde durmadan koşup sarılacaksın biliyorum ayrık benim, ikilik yeterince uzamadı mı, gelsen diyorum artık? Her şey tam, her şey bütün. Ne zaman açacaksın içimdeki o tek karanlık odayı? Eskisi gibi korkulu değil artık rüyalar, fark etmedin mi? Tam zamanı kapıyı aralamanın, nefes almayı özlemedin mi? Bıkmadın mı devamlı aranıp hiç bulunmamaktan? Gel artık, bekletme daha fazlabeni. Hiç olmadığımız kadar yakınız perdenin arkasını görmeye. Bir adım kalmışken arada, neden nazlanıp duruyorsun sanki? Her şey kendiliğinden çözülürken, tek çetin ceviz kalan sen; bırak artık inadı! Nasıl ördün bunca kalın duvarı, nasıl mahkum ettin kendini sonsuz yalnızlığa? Asıl benin benim, ne zaman hatırlayacaksın? Uzansan dokunacakken neden geri durasın, kendini ayrık ben yapasın?

ps her şey bu yazıyla başladı :)

Perşembe, Kasım 03, 2005

istanbul ve ben

geldim işte, aylar sonra yeniden.
iyi geldi.
öyle kısa ve öz ki.

sanırım bu yüzden pek yazamıyorum artık. zihinsel dünyamda büyük yaratımlar yok. sadelik ve hayat dolu. devamlı bir sahne oyunu. içe dönüşler pek az ve anlık.

ama kocaman zıplayışlara dadandım sanma ya da yine ruhumun geriden koşturduğunu. bir birliktelik ve denge hali bu. ufak iniş - çıkışlar ve sabit ilerleyiş. yol çizmeden, amaç koymadan.

aklımda takılı kalmış herkesi gördüm, duydum. istanbul un sesini dinledim sonra. ani hafifliğimin sebebini anladım. tüm pisliği buraya yığmışım. tahmin ediyordum ama elle tutulur olacağını sanmazdım. kaskatı küçük bir top, dokununca zıplayan. zıpladığı için tam yakalanamayan ve tam aktive olamayan. potansiyel bir kara nokta içimde. temizlemeye kalktıkça derinleşen. 2005 yarası, yeni yeni kabuk bağlayan. üfleyince uçacak gibi görünüp eline, yüzüne yapışan.

az kaldı, "uçamaya".

Salı, Ekim 11, 2005

her ay bir yazı

üreticiliğimden mi yiyor ankara ne? kısa aralıklara kocaman dünyalar sığdırma çabaları da pek ilerliyor gibi gözükmüyor aslında. o kadar çok ilgi çekici öğe var ki, hiçbirine yoğunlaşamıyor insan. dağıldıkça da kim olduğunu unutuyor. sorumluluklar peş peşe bu ara. zamanın kolu, bacağı kısa geliyor.

bir yandan da sevginin en uç noktalarını zorluyor benliğim. iki gün öncenin nefretini sevgi dolu bakışlara döndürebildiğimi gördükten sonra, sevginin gücünü daha iyi algılamaya başladım. paylaşmanın öyle üst noktalarını keşfediyorum ki, mutluluk sonsuza uzayacakmış gibi geliyor. hastalığın bunalım anlarındaki ufak öfke nöbetlerinin dünyaya bakışı ve dünyanın bana verdiği cevapları ne büyük bir keskinlikle değiştirdiğini bu kadar derinden fark ettikten sonra misyoner kimliğim hem silindi, hem de pekişti.

şimdi somut anlamda: çalışıp para kazanma, yeni yerler keşfetme, yeni hobiler edinme, yeni insanlar tanıma ve sanatın her koluna balıklama dalma amaçlarıma geri dönme zamanı. ankara nın ilk sosyal-kültürel gelişimlerini haftasonu elimden tutan öğretmenlerle keşfettikten sonra, şimdi başta kendimi, sonra peşimden sürükleyeceklerimi gaza getirme ve eyleme sevketme sınavını vermeliyim. bir yandan da şu 1. midtermlere odaklanmalıyım. anlacağın yine yapılacak işler listeleri kabarmaya başladı. ki bunu aylardır dört gözle beklediğimden kaygıdan çok sevinç yaratması da umutlandırıyor beni.

çok boşladığıma üzülüyorum buraları. geçen senenin uzun aralarını bu seneye taşımak utandırıyor, ama ilgime talip öyle çok çelici var ki, dengenin kurulması bir senemi bile alabilir bu gidişle. e şans dile bari bana görünmez hedef kitlesi. dile ki, burayı da, iç dünyamı da kaotik de olsa bir düzene koyabileyim.

Cuma, Eylül 16, 2005

ankara da güya son gün

geldiğimden beri ilk kez geri dönüyorum. aslında tatil köyünde zıpırlığa gelmiş gibiydim iki haftadır. ne tesadüftür ki derslerin, ödevlerin başlamasına denk geldi bu geri dönüş. ki artık "geri" kavramı ankara' yı betimlemekte kullanılmalı. bilet fiyatları ve hocaların ödev-sınav manyaklığı pek aksine izin vermeyecek gibi.
küçücük bir aralıkta söylemek istedikerimi sıkıştırırken fark ettim ki aslında benim söyleyecek sözüm kalmamış pek. öyle garip bir zaman boyutu ki burada yaşanan, iç hesaplaşmaların, monologların yeri değil. öyle bir hayat akıyor ki burada. hem yavaş, hem hızlı. seni öyle içine çekip kendine tutsak ediyor ki, kim olduğunu, nereye gittiğini, ne yaptığını sorma gereği bile duymuyorsun. kendiliğinden bir düzen kuruyor ve itiraz etmeye ihtiyaç hissetmiyorsun. içinde kir, pas birikmiyor hiç. ya da bir durup düşüneyim molaları talep etmiyorsun. olduğu haliyle, olacağı gibi kalsın bana uyar diyorsun. güzel burası, her gün biraz daha alışıp biraz daha yerleşirken de daha çok evleşiyor. ve ben kendimi teslim alınmış değil, ele geçirmiş hissediyorum. :)
yei yüzler var sağda solda ve yeni sokaklar. çok gezgin bir yazın ardından eve dönüş beklerken ben, tatilim uzamış gibi. bir yandan da taşınmış, yeni evime alışmaya çalışır gibi. idare etmekten çok bir şükretme söz konusu. ama bir yandan telefonlara, sanal ortamlara, iki satırlık cep mesajlarına sıkışan sevgilerin derdi var burada. böyle yeniyken her şey çok dikkat çekmiyor, ama ya eskiye özlemlere sığınmaya kalkışırsam her zorlukta, içim çok acımaz mı o zaman dedirtiyor. çözeceğiz hepsini birer birer. hele şu topluluklar, spor aktiviteleri de başlasın, o zaman aynaya bakmaya bile zamanım olmayacak zaten. :)
kızıl kıvırcık ım duruyor orada bir yerde, belki en şekerli uykusunda, belki iş bitirme telaşında. nefes alırken bile içime doluyor bazen, önümde, yanımda yürüyüveriyor. bazen ona gösterip gülüyorum garip deneyimleri. bazen işte bak buldum yine bir deli diyorum birilerinin arkasından ona işaret edip. yeni birleştik, hemen ayrılıyoruz sanki. ama olsun, zaman-mekan sınırlı değil bizim sevgimiz. sanki sırf bunu kanıtlamak için oraya, buraya gideceğiz.

Pazar, Ağustos 28, 2005

gelin gelin oturun bir kenara da beni dinleyin

İşte yine ?evdeyim?. Yine bilgisayar başında kelimeler sayıklıyorum. Bilinmeyenlerin tümüne eşit uzaklıktaydım bundan aylar, günler önce. Şimdiyse farklı bir heyecan taşıyorum içimde. Adı, sanı belli, ama kendime tümüyle yabancı bir dünyaya taşınma hazırlığı içindeyim.

Birden ortasına düşüverdiğim bir kargaşadayım şimdi. Kafamda tasarladıklarımın hepsi düştü/kaydı gitti elimden. Daha yeni inmiştim 12 saat oturduğum o koltuktan, daha yeni ayrılmıştım günlerce beraber nefes alıp verdiğim o insandan. Sindirmeye vakit yok yine olanları. Tıpkı yanımdan koşarak geçen o koca seneyi ucundan kenarından tutup inceleyemediğim gibi. ?Çok çalıştık, yorulduk, biraz da boş oturalım be oğlum? diyenlere katıldım, sanki onlardan biriymişim gibi. Olsun be, iyi geldi. Çok hoş insanlarla tanıştım yine, kocaman şeyler öğrendim. Hayatı, kendimi hatırlayıverdim. Önümde uzananlara baktım şöyle bir, sonra da geride bıraktıklarıma. Yeni oyunun başladığına karar verdik sonra. Yeni silahlarla ve uçsuz bucaksız görünen sınırlarla. Birbirimizin ağzını sulandırdık, ama gözdağı vermeyi de unutmadık. Bitti gitti işte, hayatımın en büyük tatili. En dolu, en deli. Ne o, ?Büyük konuşma!? mı diyor yine birileri orada? Amaaan ne derseniz deyin. Bu sene aldığım riskten daha büyüğü bir süre daha çıkmaz önüme merak etmeyin.

Bugün ilerleyen saatlerde öğreneceğim ders alıp almadığımı. Yine başlıyor çünkü çalışma maratonu. Ve en zorlayan şekliyle: Neyle karşılaşacağımı, ne için uğraştığımı bilmeksizin. Kasacağım yine biraz. Biraz, çünkü elimde sadece biraz zaman kaldığını fark ettim dün, artık misafiri olduğum bu şehre vardıktan sadece birkaç saat sonra. Evet mor odam, turuncu yatağım, bir süre bensiz kalacaksınız. Neyin içine düştüğümü anlar anlamaz gelip ilk size anlatacağım ama artık eskisi gibi yüz göz olamayacağız.

Çok düşünüp az konuşma zamanlarındayız artık. Uzun uzun tadını çıkaramayacağım bugüne kadar sevdiğim insanlarla olmanın. Onlar ancak anılardan el sallayacaklar bana. Belki bir ay, belki üç yıl sonra yolda görünce tanıyamayacağım çoğunu. Ama kalanlar bana kalacak eminim. Hem birazı silinip gitse fena da olmaz hani? Bir format atalım artık şu hafızaya, aradan sekiz yıl geçti ne de olsa. Boşuna benliğimi meşgul etmesin, ışığımı kirletmesin kara gölgeler. Bana ayırdığım yer artsın biraz. Solgun hayaletler zihnimin koridorlarını bir bir boşaltsın. E yenilere yer açmak gerek :)

Perşembe, Temmuz 28, 2005

durum analizi

kelimelerden uzak geçen her dakika koca bir ızdırap aslında. okumaya zaman var artık bol bol, ama yaratı türlü sebeplerle ertelenip dururken bir bütün olmak, tam hissetmek çok zor.
--------------------------------------------------------------------------------------------
yine kocaman kararlar almaya çalışıyorum. belki de hayatımı sonsuza dek karartmaya uğraşıyorum. ne istediğini bu kadar kesin bilmemek gerek belki de, o zaman farklı alternatifler deneyip onların içine oturmaya kasabilir insan belki. ama şu durumda elden sahnede oynayan sezen filmini izlemekten başka bir şey gelmiyor gibi.
--------------------------------------------------------------------------------------------
herkes o kadar yardımsever ki.. ellerinden gelse hayatı benim için beni yaşayacaklar. keşke sandığınız kadar zor olsaydı her şey, o zaman belki durup düşünmek daha kolay olurdu. ama o kadar açık ve net ortaya koyuyorum ki kendimi, üzerine söyleyeceğiniz tek söz bile gereksiz bir bulanıklık yaratıyor. ama rahat bırakın beni diyemem size, her biriniz tek tek canımsınız. en iyisi böyle devam edelim biz, karşılıklı geceyarılarına kadar çene yarıştıralım. sonra da kararlı kararsız uykulara dalalım. her sabah yeniden alevlenen sezeni pışpışlayıp susturalım. biliyorum en az benim kadar bildiğinizi olup biteni. hiçbirimizin eli kolu bağlı değil emin olun. içten dileklere kimsenin kulağı tıkalı değil.

Cumartesi, Temmuz 23, 2005

başla bakalım yazısı

baştayım yine. kimine göre de en son burası. aslında bir girizgah yapmak daha uygun düşerdi ilk entry şerefine. yeni bir bloga ve geleceğe diye kadeh kaldırmalıydı. ama acele her iş yine, yokuşa sürülmekte bir de üstelik.
-----------------------------------------------------------------------------------------------
yeni sayfaların açılacağı yerde duruyorum şimdi. hiç bu kadar somutlaşmamıştı görüntü. yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik hesabı. biraz karanlık olsa da ucunda ışık var diye sevinmekle avutuyor adamı.
-----------------------------------------------------------------------------------------------
haydi hayırlısı!