Çarşamba, Ekim 04, 2006

en son

"En son ne zaman, nerede? Lütfen bana bir daha, sonra bir daha söyle."

Bugün saat 17 sularından itibaren ağlamaklıyım ben. Evet, itiraf ediyorum, bu kadar kolay pes edeceğimi sanmazdım, böyle mızmızlık edeceğimi, gardımı düşüreceğimi. Ama oluverdi. Ve o kadar aniydi ki, birden çöktü dünya. Hepimiz dizlerimiz üzerinde emeklemeye başladık. "İşte bu yer!"

Hala nerede olduğumdan bir haberim. Yine pek kahveliyim. Naji de kusuruma bakmasın, lab konularına da bakacak gibi değilim.

Hayat arabası bir çukura girdi. Sarsıntı sırasında anlaşılmıyor, tamponu vurduk mu, kolu incittik mi. Bir düzlüğe çıkayım, check-up yapacağım kendime.

Hayır hayır, gerçekçi ol. Hayat arabasının gündelik rutini olacak bu artık, belli belli. Uyum sağlamak değil bu, adatasyon değil. Kullanmak sadece, var olan gücü, var olan sevgiyi. Bırakma, tut. Zaman. Boşa akan anların cezasını çekiyorum uykuya dalmadan hemen önce. Saat yine 05.30 u gösterirken güneşin doğma çabalarına son tanıklık. Gecenin karanlığında klavye tıkırtıları. Beynimin gittikçe uyuşan, kararan o aydınlık yarısı.

Yazmayı bıraktım diye tüm bu kaybolmuşluk, sıfatsızlık, öznesizlik. Zamanı gelince, açılacak o tıkanan borular. Ya da darbeyle başıma geçeceğim kendimin.

"Havada seni kokluyorum bu ara. Her köşe başında gölgene basıyorum. Yine ziyaretlerdesin, oben. Adını ilk kez andım aylar sonra. Duydun mu beni? Çok belli belirsizdi, emin olamadım. Yarın aynı köşede buluşalım, ama elimden tut bu sefer ne olur, yarın zorlu ve uzun bir gün. Deli danalar gibi koşturmak istemiyorum."

Hiç yorum yok: