Cumartesi, Temmuz 22, 2006

al sanaaa

Gece saat 1 ve ben kahve içiyorum iyi mi?! "Ne var be bunda?" diyenleri duyar gibiyim.
Kahveye karşıyım efenim ben, kafeinmiş, uyaranmış, vücut kimyama parmak sokacak katkı maddeleriymiş, dövmekten beter ederim, kafa atarım, yeter ki hepiciği uzak dursun benden.
Ağrı kesici kullanmam, kafam patlasın, sancıdan gebereyim, ama bana o küçük şeytani hapları yutturmayın.
Sonra mümkünse ketçapla, mayonezle yaklaşmayın.
Hele o sigara denilen küçük siyah fareyle yanımdan geçmeyi aklınızdan çıkarın, alnınızı karışlarım, çenemle dayak yemişten beter ederim, kendimden/kadınlardan/dünyadan ve hatta ileri giderseniz kendinizden nefret ettiririm. Beni dövmek ya da ağzımın payını vermek için bile olsa yaptığınız pisliğe ara verdiririm.

"Yani bu saatte kahve içiyorum?!" diyorsam, emin olun "Kafamıza taş yağacak!" misali bir uyarı ilettiğimi, sevildiğinizi bilin. Önleminizi alın, yeraltı sığınaklarınıza, güç kalkanlarınıza sığının.

---------

Bir de bu ara ben kendime iş bulup duruyorum. Yani her gün "Hemmmennn şu işi halletmeliyim!!" diyecek bir şey çıkıyor. Pazartesi de ebedi tatil merkezimiz Selimpaşa' ya yollanacağız zaten. Yani bir ay yat, kalk, tv seyret derken birden bire böyle iş yetiştirme hallerine girmek şaşırtıyor adamı. "Lann, gün hala 24 saat, nasıl bu kadar şey sığıyor içine??" türü Amerikan gençlik filmlerindeki "Düyd, watzaaapp??" diyen keşlerle eş değerde bir algı seviyesine sahip sorular soruyorum kendime. Gerçekten yumurta kapıya sıkışmadan hiçbir sorumluluğumun değerini anlayamayacak mıyım ben?! Ne zaman oldu tüm bunlar, ne zaman inek szn öldü? Kim öldürdü, nasıl bana gözükmeden becerdi? Annemler beni tanıyamıyor artık yahu!
"Ne oldu sana? Ne bu halin?"
Alışıyorum ben, bu yeni halime, bu yeni hayat görüşüne ve bir yandan beynimi yiyorum otlaşan szne iç aynamdan bakınca.

----------

Oysa ki herkes "Lan tatilde bile boş durmuyorsun!" diyor. Lan salaklar, ben boş durmasam var ya, üvv, neler yaparım. Hemen bir senaryoya başlarım, 2 günde bir 5er şiir yazarım, haftada 3 beste çıkarırım, şu gitarı tekrar elime alır, kardeşime org çalmayı öğretir, bir yandan da her gün yoga yaparım. Dahası da var da saymaya yoruldum :p
Evet, evet, gözüm doymuyor benim. Ama vallahi de yaptığım dönemler oldu, gerçekten dolduğum ve taştığım, yaşadığımı her an, her dakika hissettiğim.
"Büyüdükçe hayatın büyüsü kayboluyor yahu!" demiyorum ben hayır. Hala aynı şaşkınlık, hala aynı taparcasına sevgi. Hatta daha az yargılayanı, daha az benleşmemiş hallerini tolere edeni. Ama bir yerde bir şeyler kayıp, bir yerde bir şeyler yabancı. Bir bıkkınlık var içimde sanki, biri mi öldü nedir?
"Ama geçecek bu hal, eski tempoma kavuşacağım, zıplayarak koşacağım, kaçan otobüsün arkasından nefes nefese ciğer parçalamalarda yaşamayacağım artık!" Üzgünüm, böyle idealist tavırlarımı yitirdim ben. Sanırım kemikleşti artık içimde bir şeyler, bazı konularda yargılarım keskin ve acımasız. Ki bunlar risk almayı gerektirmeyen ve çoğu zaman yanlış olduğunu bile bile savunur gözüktüğüm alışkanlık ürünü takıntılar. Cesaret isteyen, kendimi zorlamak, sınırlarımı aşmak durumunda bırakan ve yıllar yılı bir türlü sağlayamadığım düzenleri arzulayan tüm düşünce yapıları ve mantık sistemlerine karşı oluşturulmuş kör önyargılar. Öyle zorakiler ki kendim inanmadan ses yükselterek dayatıyorum. Ve bunu yaptığım her anda kendime ismi lazım değil alanlarımla gülüyorum.
Yanlış yoldayım, sürükleniyorum. Ama buradaki yanlış kime ve neye göre bilmiyorum. Eski szn e göre yanlış evet, ama şu an o da artık aramızda değil. Yeni ve şaşkın szn ler olarak kimden çıkıyor bu yeni ideolojiler, hayatın sürüklediği yere giderek, gidişata dur dememeler bilmiyorum.
Ama mutluyum be. Sanki tekrar eski hızıma kavuştuğumda ve tekrar üretmeye başladığımda "Hssktr!!! Onca zaman neler saçmalamışım ben!!???" diyecek gibiyim. Sanki iş işten gelince pişman olmak kaderimmiş gibi.
Niye böyle saçma salak öngörülerde bulunuyorum, nerede içimdeki Polyanna bilmiyorum. Ama sanırım kontrollü bir kontrolsüzlük içindeyim. Beni özgürleştirecek, gerçek riskler alamadığım için kendime özgürlüğümü yine kendi prensiplerime isyan ederek sağlamaya çalışıyorum galiba. Ve bu özgürlük takıntısının hayatımın son 3 yılında odak noktasında olduğunun farkındayım. Belki de hata kavramların çağrıştırdıklarında, belki de geçmişin yanılgılarında.
Sormak bile yoruyor artık. Ve ben Ankara' yı özlüyorum. Buradaki altın kafeste kendimi elimde olsa bile aşmayacağım aptal sınırları bahane ederken buluyorum. Daha kısıtlı, daha eli kolu bağlı. Bu şehir kendine hapsediyor beni. Hayallerimi uyutuyor. Alışılmış rutinlere ev hasretiyle sarılmama sebep oluyor. En büyük zaaflarım altın tepsilerle önüme geliyor. Ve reddedemiyorum. Gardım düşük, egom yüksek. Özümün sesini duyamıyorum.

1 yorum:

minikstar dedi ki...

"Gerçekten yumurta kapıya sıkışmadan hiçbir sorumluluğumun değerini anlayamayacak mıyım ben?! " bu nedense hepimizde var olan bir düşünce tarzı, kimler öğretti acaba....
Sen Ankara'dan dönme buraya istersen.... :)