Cuma, Nisan 25, 2008

arkası yarın

Arkası yarın değil, bir gün sonrasında geldi geçen yazının. Kendimi suçlayacak yeni kaynaklar çıkardım mı bitenler yerine? Evet! Bundan üç ay öncesine kadar ölçülemeyecek kadar daha keyifli, sıkışmışlıktan giderek arınan bir hayatımın var mı? E evet!!!

İşin komiği ne niyet/hedef koyduysam, neyi deneyimlemek istiyorsam onlar bu karşıma çıkanlar. Keyifle, paylaşarak ve tadını çıkararak geçen bir hayat. Ama biraz fazla mı rahat?

Öncelikleri “keyif alınacaklar” diye belirlemeyi 22 sene kadar erteleyince böyle bir fenomenle karşılaşıyor sanırım insan. Ha şimdiye kadarki model çok mu sorunsuz, çok mu rahat işleyen cinstendi de böyle suçlamalara daldım yine? Yoo, hatta tam tersine, bu daha mükemmele yakın bir modele temel oluşturuyor galiba. Ama işte kurulma aşamasında biraz fazla ağaç devirdim sanki yeni koruluğumda. Bir de deneysel işlere girmişim kendimce, önümde hani şu seneler sonra yeniden açılan kapılar. Yaşananlarla ilgili mantığın ezberi dakikada bir bozulurken, bugüne kadar bilinenler-yaşananlar-yaşanması gerektiği düşünülenler-kalıplar-tanımlar-modeller-kuramlar-sistemler silinip silinip kendimi tekrar akışa dahil etmelerle sonlanırken, bir de üstüne bu sorumluluk yerine getirmelerin yeniden kuruluşu var.

Sınav haftası ev işine dalmalar, ödevleri gece 3ten sonra yarım yamalak bitirmeler, msnde yine saatler ve saatler, ama “çs”de ikinci vizelerin eli kulağında başlayacağı dönemde hala bir varlık gösterememiş olmalar, buna rağmen gidip kütüphaneden sanatla, felsefeye, yaratıya dair kitaplar almalar, bir yandan absürd tiyatro araştırmalar, haftada üç dışarıda yemek yemeler, önceden planlanamayan sürpriz buluşma saat ve yerleri, çimlerde/çarşıda geçirilen vakitleri bırak, kütüphanede/fizik kantininde sık aralıklarla bulunabilme, bir günlüğüne İstanbul’a gidip gelme, günde 4 saat telefonla konuşup günde 5 saat nette karşılıklı çözümlemelerle vakit geçirme –itiraf: bu 3 senedir var olan bir realite, tamam kabul ediyorum-… Eskiden ne vardı peki? Sınavdan 7 gün önce eve kapanıp saatlerce film/dizi seyretmek, dışarı çıkmamak, insan görmemek, konserler/oyunlar/etkinlikler kaçırmak, çimlere 3 senede 3 kere yayılıp yatmalar, “buraya gelir misin”lere otomatik “bıdım var yavru, olmaz” cevapları, “çarşı”ya ayda bir erzak alışverişi için gitmeler, yemek yapmak için 20 dakika ayırmayıp eve ısmarlamalar, haftada bir günü istisnasız işe ayırmalar, üst üste sorumluluk alma isteği, her işe ucundan bulaşma/az buçuk yaratabilme umutları, anıtkabir’e bile gitmemişlik üşengeçlikleri –hala aoç ye gitmedim lannn- gibi uzayıp giden bir liste.

Sanırım kayıp üniversite yıllarımı sonlandırıp hele şükür yaşamak istediğim hayatı kurmaya başladım. Ama bu sırada ailemin üniversiteyi bitirebileceğimden ümidi kesmesi, ders çalışmanın benim üşengeçliğimden çıkıp nevrotik nedenlere bağlanmaya başlaması –açıklarsak: mantık diye bir şeyin kalmayışı ya da tam tersine her zamankinden daha fazla endişe üretmeye kaynak teşkil etmesi- sarsıcı yanlarını oluşturuyor işin. Ha ha! İşin bir ayrı garipliği de durup durup “Lan ben CV’ye yazılacak bir bok yapmıyorum kaç zamandır? Ne iş? Nolor?” derken yakalamam kendimi. Böyle bir cümle türünün literatürüme girdiğini bile “sorarken” fark ediyor olmam da ilginç.

Akıp giden düşünce zincirinin hayatla karşılaşarak kopması sebebiyle burada bitirelim bakalım bu post u. Ama: Bilinçaltı keşifleri ve yeniden yapılanma süreci sancılıdan çok keyifli, bir de artıları, eksileri okul ve dersler bazında önceden öngörülebilse hiçbir gerici unsur kalmayacak, diyerek bağlayabilirim hala.

Kalın sağlıcakla cici hedef kitlesi. –o kadar uzun zamandır yazmamışım ki, millet adresi unutmuş soruyor. Ayıp ayıp! Hani üretme yılıydı len 2008 hı?

Pazar, Nisan 20, 2008

yazma/kusma vakti

Yine dersler, ödevler arasında sıkıştığımdan mıdır nedir? Yaratım güdüm böyle sıkışık anlarda aktive oluyor işte. Yine beceriksiz geliyor her cümle. Yine kelimeler yabancı.
Berbat bir kendini yineleme hali bu. Ama bana düşen rutin yaratım süreci de buymuş demek deyip sahipleneceğim bugünlük. Boğazımdan mideme uzanan bir mayın hattı döşeniyor çünkü bugün. Müdahale şart. Ya kusulacak, ya kusulacak.

Yıllarca yabancı kalınan hallerim ortaya çıkıyor bir bir. Aslında başıma gelmesinden en çok korktuklarımla yüzleşiyorum belki de aylar, yıllar sonra. Bakılmaya kıyılamayan, anlatılmaya duyulamayan sevilen portresi karşımda. Aradaysa çapraşık yollar, bir türlü önünü göremeyen bir sezen. "Bir adam var hayatımda ve beni acayip mutlu ediyor" dememin üzerinden günler, saatler geçmeden çıkan arbedeler. Kendime yumruk sallayan kendimden köşe bucak kaçmaya çalışmaktayım. Ama her köşe başını tutuyor sağ olsun. Nasıl bir self-destruction sevdasıysa bu, ne zaman bir şeyler kolay ve sakin ilerleyecek olsa “böööeeaaa!” diyerek üzerime çullanan birileri çıkarıyorum. Evet doğru duydun, resmen kendi elimden, sesimden yansımalar yaratıyorum.

6 senedir uğraşıyorum. Düşünce gücüymüş, tanrısal yaratıymış, evrenin işleyişiymiş vs. Hayatımın bilinçli olan kısmının neredeyse tamamı buna harcamışken ben, şimdi sanki bir sınavdan geçiyorum. Yıllardır arzuladığım o yumuşak, şekerli duygular karşılıklı paylaşımlara dönüşmüşken, resmen tadından yenmez, yüzüme, gözüme ışık ve sevgi getiren şükür kaynaklarıyken birden bire elimi, kolumu bağlayan bir tutsaklık sürecini dönüşüverdi. Hem de geçmişin gölgeleriyle sulanıp dallandı, budaklandı. Resmen daha önce hiç öngörülmemiş bir alan ardına kadar açıldı ve ben sonsuza uzayan çölümsülerde önümü göremeden yolumu bulmaya zorlandım.

Dışarıdan bakabilmek hayata, hayatlara; soranlara söylemek, “bu bundan işte abla!”, ne kolaymış meğer. Kendi derdine derman olmak, kendi kargaşandan kendin çıkmak ne kasınçmış. Bunca zaman başkalarının hayatlarını, sorunlarını çözmeye odaklanan bu bünye, kendine yarattığı yeni hayatı dakikasında cehennem azabına çeviriverecekmiş meğer.

Bu ben değilim yine ve yeniden. Bu olmayı seçtiğim ben değil. Üst üste gelen bu saldırılar da bana değil. Kaybetme ve yalnızlık korkuları ne derinden, ne sinsice vururmuş meğer. Unutalı ve yüzleşmeyeli yıllar olmuş. Temizlemek için gecikmemek marifet. Neresinden tutsam elimde kalan, kaynağını tayin edemediğim siyah kıllı bir yaratık daha çıktı işte karşıma. Hodri meydan diyerek sırıtmakta. Dokununca etime batacak sanki, kan çıkacak ve tansiyonum düşüp yere yığılacağım gibi geliyor şu an. Küçücük bir karıncanın asimetrik gölgesi olduğunu anlayana kadar, biraz daha panik yapacağım galiba.

Fark etmek tek niyetim. Görüp bitirmek kökten.

Aslolan kaynağa ulaşıp defetmek tüm bu karanlığı içimden. En aydınlık zamanlarda bu kadar kişi odaklı sorunlarla karşılaşmak ne sağ gösterip sol vurmakta bir bilsen :(