Pazar, Şubat 11, 2007

baktım da bi

denedim olmadı be dostlar. başladım lafa ama gitmedi. beğenemedim. olmadı yahu olmadı. özgülün gazıyla, geride bırakılanların hayatımın yoğunluğuna olan şaşkınlıklarına aldandım. o kadar zor değil be yavrum, yaparsın, hep yaptın dedim. saat geç, yarın erken kalkmak lazım, o lazım, bu lazımlara bir kez de gerçekten kendi adıma bir şeylere yaparak karşı koyayım dedim. ama olmadı. böyle sıkıcı, akmayan, tökezleyen bir hal aldı. bu acı tadı sevmediğimden bırakıyorum burada. oysa anlatacak ne öyküler birikiyor içimde. uzun bir -affedersin- işeme seansıyla rahatlamayı bekliyor böbreklerim. o derin rahatlama hissine değin buralarda avunmayayım.

Pazartesi, Şubat 05, 2007

madem öyle bir deneyelim

aklımda pek bir şey bitiştirmedim bunun için. yazmaya da pek hazırlıklı değildim.
o zaman hemen ilk aklıma gelen gafı yazıp gerisine kader kısmet diyerek başlıyorum nothing out of ordinary kişisinin biricik isteğini kırmamayı boynumun borcu bilerek:

yıl sanırım 2002. en delişmen yıllarımdayım. tam gazım, dur durak bilmiyorum. o kadar ki gazetede mi ne, bir yerlerde okuduğum haber üzerine istiklalde peşime taktığım rahat bi 10 kişilik grubu yeni kesfettiğim cafeye götürmeye kararlıyım. galatasaray civarlarında olduğunu biliyorum ve ona buna sorarak rahatça bulabileceğime eminim. gözüme kestirdiğim ilk kişiye soruveriyorum "nerededir acep bu urban cafe denilen yer?" ehm yeterince açık anlatamadım siz kelimekoşusu takipçilerine sanırım. "örbın" diye tarif edebileceğim şekilde değil, bildiginiz "urban" şeklinde telaffuz ediyorum kelimeyi.
hey heyy, tabii ki hatırladığım en muhteşem gaf bu kadarla kalmıyor. devamı mekan bulunduğunda geliyor. cafenin okuduğum en onemli ozelliği orada envaiçeşit derginin bulunabilmesi. o zamanlar dergi çıkarma fantezisi de yeni yeni filizleniyor zihinlerde. fanzindi profesyoneldi her türlü dergiden haberdar olmak istiyor bu naçizane hayalperest. ve cafe bulunuyor, içeri giriliyor -ben önde 10 kişi arkadamda dalıyorum bir hınçla içeri desek daha doğru-, aradığı deste deste dergi ya, cafenin dibine kadar gidiyorum hızlı adımlarla, garsonlar şaşkın bakıyor bunlar ne arıyor türevlerinden. e bulamıyorum aradığımı, görünürde hiçbir farkı yok hep gidilen mekanlardan, biraz daha şık yalnızca. ve ben bana şaşkın bakan garsonlardan birini gözüme kestirip soruyorum "Bünyenizde dergi barındırıyormuşsunuz?". -ahahahah!- garson bana üzerinde 3 adet bildiğiniz piyasa dergisi atılmış kocaman bir raf gösteriyor. ben büyük bir hayalkırıklığıyla mekanı girdiğim hızla terk ediyorum. arkamda da karınlarını tutarak yarılan bir ekip.

evet hala gelip "bünyenizde dergi barındırıyor musunuz?" diye soranlar oluyor. etkisi geçmedi geçmiyor.

kıssadan hisse: entelliğin de, girişkenliğin de bir sınırı var be yavrum! ipin ucu kaçınca angutlukla eş değer oluyor, bak demedi deme.


uzun uzun anlattım ama hadi bi tane de ilişkiler üzerine konduruvereyim. bendeniz ortaokuldan liseye uzanan bir ilk aşk deneyimine sahip olduğumdan ilk zamanları haliyle çocuksulukla salaklık arası bir saflıkta geçirdikten sonra büyüyüp nereden nereye geldik muhabbetlerinde geçmişte yapılan gafların unutulmasını karşılıklı bir "bir tarafımızla gülme" efekti eşliğinde engelledik. hala da konuşulur gülünür ne mutlu. hemen olaya geçersek, 13 mü 14 mü yaşlarında neyim, etraftakiler aşk meşk kavramlarını kızların saçına sakız yapıştırmak sanan veletcan arkadaşlarla dolu. nitekim devamlı irrite edilir pozisyondayız. hocalar bile dalga geçer olmuş. benim canıma bir şekilde tak etmiş ve ayrılma deneyimini yaşamaya karar vermişim. adama hayatta söyleyemem, efenim işte ara vermek bahanesiyle ben de kendi çapımda düşünüyorum, nasıl desek de az acıtsak, kazasız belasız atlatsak falan. sonuçta süperzeka halimle arkadaşıma aratıyorum ve benim adıma şunları demesini istiyorum: "sezen artık seni sevmiyor. senden ayrılıyor" ya da işte "...senden ayrılmak istiyor". bu vahşet değil de ne sayın hedef kitlesi hm? güya duygularını incitmeyeceğim adamın. ehm ohaa! neyse efenim sonrasında öcü alındı zaten fazlasıyla :P

o değil de bak ben kendi doğumgünü partisinden kaçmış adamım düşününce. özellikle "o gün arkadaşımla buluşacağım, sakın ha bir şey yapmayın, gelmem, gelemem, lütfen zapıtmayın canlarım benim." dememin üzerine benim can arkadaşım ve o zamanki sevgilim telefonumdan gizlice buluşacağım arkadaşın telefon nosunu bulurlar. efenime söyleyeyim ararlar anlaşırlar. ertesi gün okul çıkışı ben saf saf buluştuk sonunda be heyecanıyla yürürken birden sorarım "ehm nereye gidiyoruz biz, bak yine rejimdeysen söyle ona göre bi yere gidelim temelli aç kalma", karşıdan gelen cevap "dilek e gidelim ya, ehm, şey, oranın krakerlerini seviyorum ben". lan angut uyansana beyoğlu nun bizim okul insanlarının sıkça gittiği kokoş pastahanesinden bahsediyor hatun. haydi oradan bahsediyor de, kraker ne demek lan, pastahanenin yağlı, unlu krakerini yiyor olabilir mi rejimdeyken? hiç tınmadım tabii, direk anlatmaya giriştim içimde birikenleri. ve mekanda bir süpriz parti ambiansı. görünce sinirden deliye dönen bir sezen. ve ardından buluşulan arkadaşının 1 saat sonra doktor randevusu olduğunu öğrenme ve direk kalkarak millete "kusura bakmayın yahu, .. la kaç aydır görüşemiyoruz, az zamanı kalmış zaten, ben ayrılmak zorundayım, ama hepiniz çok sağ olun geldiğiniz için" diyerek mekandan ayrılış. ahaha! bazen düşünüyorum da yani ne süperim be!

benden bu kadar efenim. o kadar dağınık anlattım ki numara bile koyasım gelmedi. ben de catidakidica ve kızıl kıvırcığımı dürteyim diyorum ama kim bilir ne zaman görürler be.